Tüm arama sonuçlarını kahvemi yavaşça yudumlarken inceledim ama bir bok anlamadım. O yüzden Larayeler ile ile ilgili sekmeleri kapatıp şarkıyı dinlemeye devam ettim. Görüntü kalitesi zaten 240p olduğu için zaten hiçbir şey anlaşılmıyordu, alta aldım ve monitöre öyle bakmaya başladım. Arka planda Windows'un klasik dağ bayır manzarası vardı. Çok basit ama vazgeçilmezdi. Bilgisayarla çok fazla zaman geçirmediğim için değiştirme gereği duymamıştım. Sandalyede rahatça geriye yaslanırken üstüme biraz kahrolasıca kremalı kahve sıçrattım, neyse ki üstümde bir şey yoktu.
Şimdi yalnız resimlerde
Eski dostlar, eski dostlar
Şarkı biterken kahveyi kafaya diktim. Yoğun sıvı yemek borumdan mideme giden yolu takip ederken kafamın üstünde alternatif akımla ampullerin yandığını hissettim. Eski dostlar... Piç Engin hala mesaj atmamıştı ama tek eski dostum o değildi, bir de ibne Teo vardı. Bu civarlardaki -yani tüm İstanbul- herkesi tanırdı. Ama sorun şu ki Bay C. bu civarlarda mıydı? Öyle olduğunu umuyordum.
Koltuk altlarımı koklayıp o kokuyla sandalyeden düşünce duş almam gerektiğini farkettim. Bilgisayarı kapattım, salonun kenarına attığım atletimi de alıp banyoya girdim. Boxerımı da çıkarınca anadan doğma -lafın gelişi- bir şekilde ayna karşısında buldum kendimi. 5 saniye kadar dans ettikten sonra duşa girdim. Yarım saat gibi bir süre sonra çıktığımda kıçımda hafif bir acı hissetmeye başladım. Anlaşılan su faturası şimdiden etkisini göstermeye başlamıştı.
Gardıroptan yeşil-siyah tişörtümü ve kot pantolonumu alıp giyindim. Cep telefonumu, maymuncuğumu, silahımı, bilyelerimş ve iskambil kartlarımı alıp dışarı çıktım. Taksiye binip Teo'nun mekanını tarif ettim.
Bekle beni ibne Teo, ben geliyorum.