Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - strider

Sayfa: [1]
1
Yazarlar / Orhan Pamuk
« : 24 Mayıs 2013, 21:31:50 »


Orhan Pamuk yazarlığa 1974 yılında başladı. 1979 yılında ilk romanı olan "Karanlık ve Işık" ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı ancak 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü.

Pamuk'un daha sonra yazdığı kitaplar da çok sayıda ödül kazandı. İkinci romanı olan Sessiz Ev 1984 yılında Madaralı Roman Ödülünü kazandı. Bu romanın Fransızca tercümesi de 1991 yılında Prix de la Découverte Européenne ödülüne hak kazandı. 1985 yılında yayımlanan tarihi romanı Beyaz Kale ile 1990 yılında ABD'de Independent Award for Foreign Fiction ödülünü kazandı ve yurtdışında tanınmaya başlandı. Orhan Pamuk, 2002 yılında yayımlanan Kar kitabını, Türkiye'nin etnik ve politik meseleleri üzerine kurulu bir politik roman olarak tanımlamaktadır. Kar romanı Amerika'da 2004 yılında "yılın en iyi 10 kitabından biri" olarak gösterilmiştir. Yıllar geçtikçe Orhan Pamuk'un Türkiye dışındaki ünü artmaya devam etti. 1998 yılında yayımlanan Benim Adım Kırmızı 24 dile çevrildi ve 2003 yılında İrlanda'nın ünlü International IMPAC Dublin Literary Award ödülünü kazandı.

Romanlarının dışında, yazılarından ve söyleşilerinden seçmelerin ve bir hikâyesinin yer aldığı Öteki Renkler (1999) ve Ömer Kavur'un yönettiği Gizli Yüz adlı filmin senaryosu (1992) vardır. Bu senaryo, 1990 yılında yayımladığı Kara Kitap romanındaki bir bölümden yola çıkılarak yazılmıştır.

Orhan Pamuk ABD'de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının "Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler" başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri oldu. 2007 Mayıs'ında yapılan 60. Cannes Film Festivali'nde jüri üyeliği yapmıştır.

Nobel Ödülü

Orhan Pamuk 12 Ekim 2006 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak Nobel Ödülü kazanan ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tarihe geçmiştir. Akademi'nin 12 Ekim 2006 günü saat 14:00 civarında yayımladığı,

“   2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir.   ”
şeklindeki basın bildirisiyle Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verildiği resmen açıklandı. Pamuk 7 Aralık 2006'da, İsveç Akademisi'nde Babamın Bavulu başlığı altında hazırladığı Nobel konuşmasını Türkçe yaptı, Türkçe bilmeyen izleyiciler ellerindeki çeviri metinden konuşmayı takip etti, birçok televizyon kanalı konuşmasını canlı yayınladı. Orhan Pamuk ödülünü 10 Aralık 2006 günü Stockholm Konser Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden aldı.

Yayımlanmış eserleri

Cevdet Bey ve Oğulları, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1982

Sessiz Ev, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1983

Beyaz Kale, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1985

Kara Kitap, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1990

Gizli Yüz, senaryo, İstanbul, Can Yayınları, 1992

Yeni Hayat, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994

Benim Adım Kırmızı, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998

Öteki Renkler, yazılarından ve söyleşilerinden seçmeler, 1999

Kar, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002

İstanbul: Hatıralar ve Şehir, anı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları (YKY), 2003

Babamın Bavulu, anı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007

Masumiyet Müzesi, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008

Manzaradan Parçalar, yazılarından ve söyleşilerinden seçmeler, 2010

Saf ve Düşünceli Romancı, Harvard Üniversitesi'nde verdiği Norton Dersleri, İletişim Yayınları, 2011

Kaynak ve daha fazla bilgi için: http://tr.m.wikipedia.org/wiki/Orhan_Pamuk

Daha fazla uzatmak istemedim, Masumiyet Müzesi hakkında istemediğiniz kadar bilgi almak için: http://tr.m.wikipedia.org/wiki/Masumiyet_Müzesi


Ermenilerle ilgili söylediği sözlerinin Radikal'de, bizzat değerlendirmesi:
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=167161

Dinine gelirsek:

İngilizcemle ancak bu kadar çevirebildim. Spiegel'de, 2005 yılında Almanya'da bir ödül alması üzerine iki bölüm halinde yayınlanan röportajın tamamı -ki okumanızı öneririm- burada: http://m.spiegel.de/international/spiegel/a-380858.html#spRedirectedFrom=www&referrrer=http://www.orhanpamuk.net/interviews.aspx

-Siz ateist misiniz?
-Pamuk: Benim dinim karışık. Edebiyat benim gerçek dinim. Hepsinden önce tamamen dinsiz bir aileden geliyorum.
-Kendinizi müslüman olarak görüyor musunuz?
-Pamuk: Kendimi müslüman bir kültürde yetişmiş biri olarak görüyorum. Ateist olduğumu söyleyemem. Yani ben, müslümanlığın kültürel ve tarihi kimliğiyle birleşmiş biriyim. Ancak tanrıyla kul arasındaki ilişkiye inanmıyorum.

Yine bu röportajdaki bir sözü çok hoşuma gitti: (O sıralar söylemleri yüzünden dava edilmişti ve hapis cezası alabileceğini düşünmediğini söyledi bundan önceki iki cümlede - hapse girmedi de)

-En azından bir kere de olsa, hapse girmek bir Türk yazar için bir çeşit onur sayılmaz mı?
-Pamuk: Orada (hapiste) hiç bulunmamış bir Türk yazar olmak daha büyük bir onur olmaz mı? Daha iyi değil mi? Yazar için ve Türkiye için daha iyi değil mi?

Hakkında kendi söyleyebileceklerim:

Türkçeyi 50 tane dile çevirttirebilmiş, dünya okuruna İstanbul'u -ve Kars'ı- merak ettirmiş, Türk olduğuyla gurur duyduğunu söyleyen, yazarlığına ve romancılığına kimsenin bir şey diyemeyeceği -tarzını beğenip beğenmemek her yazarın başına gelebilir- bir insan. Dünya görüşüme -yaklaşık- tamamen ters biri olmasına rağmen onu okumayı çok seviyorum.

2
Kurgu İskelesi / Cehennemden Çıkan Çılgın Zenci
« : 11 Nisan 2013, 16:39:59 »
(Burada zencilerle ilgili oluşturduğum mitimi hikayeleştirerek anlattım)            


Cehennemden Çıkan Çılgın Zenci


                       Ateş beni yıkayan, yuyan, emziren annem!
             Bir arınma kurnası olsa gerek cehennem…
                                              Necip Fazıl Kısakürek


Yine sıcak bir gün! Buraya geldiğimden beri farklı bir şey görmedim ki zaten. Uyuyoruz, kalkıyoruz; yine sıcak, hep sıcak. Gerçi uyku benim için ve daha niceleri için çok çok uzak bir galakside kaldı ya, neyse biz adına gene uyku diyelim. Işığı, güneşi ve soğuk karanlığı ne kadar özledim, bilemezsiniz. Ah, ne günlerdi! Güneş olmadığı halde bu lanet olası yerde de gece ve gündüz var. Aralarındaki tek fark, küçük ve sinir bozucu zebanilerin geceleri ortalıkta gözükmemesi. Yoksa sıcaklık her an görevini layığıyla yapıyor.
 
Ben nerede miyim? Cayır cayır yanan, karanlık bir yer hayal edin. Hayır, fırın değil. İçine dünyanın en çirkin yaratığını –zebaniyi- koyun. Evet, Cehennem. Ablam, cehenneme kadar yolun var! demişti de bunun gelişigüzel söylenmiş bir söz olduğunu sanmıştım. Gerçekten de buraya ince bir yoldan geçmeye çalışırken geldim ve bir daha çıkabileceğimi de zannetmiyorum. Ölümsüzlüğü arzulayanlar neredesiniz? Sonsuz yaşam burada!

Buranın dokuz kattan oluştuğunu duymuştum önceki yalan hayatımda. Katın numarası büyüdükçe çekilen ceza da artıyormuş. En aşağıdaki dokuzuncu kat, sıcaklığın ve azabın merkezi olarak anılıyor. Ben ve kader yoldaşlarım ilk kattayız. Çirkin zebanilere göre buna şükretmemiz gerekiyormuş; zira bize ana yemek olarak verilen ateş, alttakilerin garnitürüymüş. Yine de buna ne ben, ne de diğerleri şükrediyor; şükredenlerden olsaydık bulunduğumuz yer cehennem olmazdı herhalde. Alt kattakiler bizi tanrıdan torpilli diye anıyorlardır muhtemelen –ben olsam öyle derdim. Torpili bilmem ama bizim günahımızın daha az olduğu kesin. Nitekim tanrının adaletinden su sızmaz.

Her gün aynı lanet programla cezamızı çekiyoruz ve bunun ne kadar işe yaradığını görmek için hayalet gibi dolaşan yorgun ve pişman yüzlere bakmak yeterli. Gün, ateş nehrinde yıkanıp yakılmamızla başlıyor.  Güneşin olmadığı bir yerde zamanı kestirmek imkânsız, bu yüzden ateşten nehirde ne kadar kaldığımızı bilmiyorum. Sonrasında zebanilerle dans bölümü başlıyor –ki bu en eğlenceli(!) kısımdır.

    Her şeyin hammaddesinin ateş olduğu bu yerde sıcaklığa alışırsın, birinci dereceden yanıklara da alışırsın; ama o lanet olası küçük zebanilerin oyunları insanı çileden çıkarıyor. Alevden yapılma sivri dirgenlerini elime bir geçirirsem neler neler yapacağım onlara. Analarından emdikleri sütü bir taraflarından çıkaracağım –gerçi onların bir anadan süt emdiklerini hiç zannetmiyorum.

Yapmaktan tuhaf bir zevk almaya başladığım ateş banyosuna doğru giderken komşularımın konuşmalarına kulak misafiri oldum. Çömez olduğu cırtlak sesinden anlaşılan bir genç düşünceli bir şekilde,

“Acaba, diyorum, dünyaya dönmek istesek izin verirler mi?” diye sordu.

“Biz zaten dünyadayız, yerin altında.”

“Hayır, öyle değil. Eski yaşamlarımıza geri dönsek, günah işlemeyeceğimize söz versek. Belki izin verirler.”

“Boşuna uğraşmayın. Ben zamanında böyle bir şey istemiştim. Buraya daha yeni geldiğimdeydi sanırım,” diye muhabbete dahil oldu yaşlı bir amca.
 
“Eee, ne oldu sonra?”

“Zebaniler birkaç iğrenç kahkaha koyuverdiler, o kadar.”

Konuşulanlar bayağı dikkatimi çekti ve hemen fikrimi ortaya koydum:

“Sen tek başınaydın; biz burada kalabalığız. Eğer çoğunluk isterse…”

Bu, herkesin aklına yatmış gibi gözüküyordu. Konuşmaya birkaç kişi daha katıldı. Ve birkaç kişi daha…

Beş-altı ateş banyosu sonrası cehennemin ilk katı benim çıkardığım geri dönüş söylentileriyle çalkalanıyordu. Bu düşünceyle, birkaç gün önce konuşacak kuvveti bulamayanlar, artık kargaşa çıkaracak gücü buluyorlardı. Bu, önce zebanilerin kulağına çalındı. Onlar da daha büyük zebanilere ve iblislere ilettiler. En sonunda tanrıya kadar vardı bu iş. Küçük zebaniler bu işten hiç mi hiç memnun değildiler; oyuncaklarının ellerinden alınmasını istemiyorlardı.

Bu ateşli tartışmaların devam ettiği sıcak bir gün, cezamızı zebanilerin –artık daha da acımasızlaşmış- ellerinden çekerken yakındaki bir yoldaşın lanet olası bir zebaniyle tartıştığını duydum. Zebanilere ve dirgenlerine başkaldıran birine ilk defa rastlıyordum –ki torunumun torununu görecek kadar yaşamıştım burada. Tartışmayı devam ettirmemesi için ona seslenmek için ağzımı açtığımda pis cehennem böceklerinden biri ağzıma girdi. Tadı, lağım faresinin kusmuğu kadar iğrençti. Yoldaşın tartışması daha da şiddetlendi ve uzun zamandır beklenen kavga sonunda yaşandı. Herkes –ilk kattaki istisnasız herkes- zebanilerle kavgaya tutuştu. İki hayatımda da böyle büyük bir savaş görmemiştim gerçekten.

Bu savaş çok uzun sürmedi. Tanrı işin içine girince akan sular her iki taraf için de durdu. Ve o mühim kararı melekleri aracılığıyla bizlere bildirdi: Dünyaya dönmeye izin çıktı! Tabi ki sadece biz ilk kattakiler için. Tanrıdan torpilliyiz, evet. Buna ben de inanmaya başladım. Ağır bir günah işlememiş olmamız da buna dahil elbette.

Sabah gözümü açtığımda bir elma ağacının altındaydım. Önce rüya gördüğümü sandım, ama bu imkânsızdı değil mi, cehennemde uyumak ve rüya görmek. Doğrulup yandaki nehre gittim, içinde buz gibi su akan nehirdeki yansımama baktım. Bir terslik vardı: simsiyahtı tüm yüzüm. Demek ki geri dönerken cehennemdeki günlerimizden hatıralar da getirmiştik yanımızda. Kısa sürede rengime ve dünyaya alıştım. Geldiğimiz topraklardan çıkmadan yoldaşlarla bol bol vakit geçirdik. Çocuklarımız da oldu bizim gibi siyah renkli, ne yapalım bu da bizim kaderimiz. Cehennemde yaşa(ma)maktansa bu şekilde yaşarız daha iyi.

Şarkılar söyledik yanık sesimizle. Cehennem, ses tellerimizi yakıp güzelleştirmişti belli ki. Kaslarımız da daha güçlü artık. Cehennemin yararları da varmış, bunu bana önceden söyleseler gülüp geçerdim, zebaniler gibi iğrenç kahkahalar atardım. Tanrıya olan derin saygımızdan dolayı diğer insanlarla hep iyi geçindik, gerekirse karşılıksız hizmet bile ettik. Bütün özelliklerimiz yavrularımıza ve torunlarımıza da geçti. Biz bu dünyadan göçüp gittik, –bu sefer cennete- ama tarih bizden hiç bahsetmedi.
 
Geri dönüp de bakınca diyorum ki, o gün iyi ki o böcek benim ağzıma girmiş…  

3
Duyurular / Sınava girecek olanlara başarılar...
« : 23 Mart 2013, 10:44:23 »
YGS'ye girecek olan tüm arkadaşlarımıza başarılar diliyorum. Gerçekten zor bir iş(ama siz yaparsınız :) ) Seneye bugün de başarı dileklerini (ve dualarını) ben alırım artık. 

4
Diğer Fantastik Eserler / Yaratık- John Fowles
« : 18 Mart 2013, 21:04:27 »
Bu kitabın arkasını okudum ve ilgimi çekti. Eğer okuyan veya bir yerden duyan varsa nasıl bir kitap olduğunu söyleyebilir mi? Türü konusunda emin değilim ama normal edebiyat olmadığı kesin. Sayfalarını karıştırırken tiyatrovari yazılan yerlerle normal yazılan yerler vardı. Gazete küpürleri de vardı. Yazım şekli hakkında da yorum yaparsanız sevinirim.

5
Şişedeki Mısralar / (mizahi bir şiir)
« : 20 Ocak 2013, 17:14:32 »
Ben dante olayım sen vergilius
Deme bana expelliarmus
Koru beni karanlıklarda
Ta ki aydınlıklara
Ulaşınca
Bırak beni geri git
Ama kendine iyi bak orada
Hasta falan olursun sonra
Maazallah bulamazsın ilaç da
Kalırsın ortada
Tek başına.
Çakallar gelecektir elbette ama
Onlardan ne yar olur ne de yaren sana
Yazdığım şiire bak sonra,
Tamamen saçma
Mı acaba?

Asimetrik
ve bir o kadar da simetrik
Gittik, gördük, gezdik
ve geldik
Geometrik, biyolojik,
Fizik ve matematik
Kimya tek kaldı
Kalsın o it.
Bu kafiyenin gittiği yer neresi ki
Fesat akıllarla bittik
Yönetmen neredesin bence artık 'kestik'

6
Düşler Limanı / Mermiler
« : 20 Ocak 2013, 16:53:35 »
Cephede bir tüfek,
Bekledi emri titreyerek.
Boşluğa doğrulmuş namlunun ucundan
Fırladı mermiler tek tek

Her çıkan bir öncekine dedi 'elveda'
Duygusuz bir veda...
Neticede bunun için vardılar:
Vurmak için akılsız başlarını dağa taşa
ve insana.
En sert olanları bile
Diyemezdi ki 'hayır'
Tetikteki parmağa
ve onun sahibi olan başa
ve onun da sahibi komutana.
Zincirmiş bu emir komuta
"Konuş barışı savaştansa"
Herkesin gölgesi aynı renk değil mi sonuçta
Nedendir bu bitmek bilmeyen kavga?

Sayfa: [1]