Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - strider

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Liman Kütüphanesi / Ynt: En son hangi kitabı aldınız?
« : 03 Temmuz 2013, 16:19:49 »
Hayvan Mezarlığı - Stephen King: Uzun zamandır almayı planlıyordum, sorduğum 4 sahaf da 'yok' dedi. 5.'sine sormadım, kitaplara bakarken görüverdim ve aldım. Demek ki fazla istekli görünmeyeceksin.

Karanlığı Taramak - Philip K. Dick: (6.45'in ilk basımı.)Yine bir sahafta gördüm. 'Tek başyapıtım' lafı çekici geldi ve hiç aklımda yokken alıverdim.

Bİr de geçen hafta, Ender'ın Oyunu (Orson Scott Card) hediye geldi. Böyle bir kitabın-serinin varlığından haberdar değildim. Çok mu cahilim ben?

2
Ütopya/Distopya / Ynt: BİZ - Yevgeni Zamyatin
« : 28 Haziran 2013, 18:35:13 »
Zamyatin yazsın, biz okuyalım, biz hep okuyalım. Ya da önce yaşasın, sonra yazsın ve biz okuyalım desem daha doğru olur. Ölmüş olmasına en çok üzüldüğüm yazar, bir de sevgili Bradbury var tabi. Henüz distopyada ikisiyle tanıştım ve ikisini de çok sevdim. Neyse tek koldan gideyim.

Dili ağır mıydı? İlk başta, bir miktar. Sonra alışıyorsun ve bağlanıyorsun anlatıma, D-503'ün düşünceleriyle birleşiyorsun. Bir de, bir cümleyi birkaç kez okumaktan korkmayın, yavaş olun ve anlayın. İçerikten bahsetmeyeceğim, üstteki arkadaş yeterince anlatmış, hatta iki buçuk satır hafif spoiler vermiş.
 
Kitapta yer almayan bir şeyin yer almadığını söylemek spoiler olur mu? Çünkü ben olmayan bir şeyden -espiriyle- bahsedeceğim: Eski insanlardan, bizlerden, vahşilerden bahsederken, önemli bir şeye hiç değinmemiş: Futbolun vahşiliği; bundan ne zevk alıyorlardı acaba diye sormamış. Ve futboldan hareketle eskinin sporundan da bahsetmemiş. Evet, galiba Zamyatin'in ve kitabın eksiğini buldum :P

İçeriğin etkilerinden bahsedebilirim: Hala çıkamadım, çıkmaya uğraşmıyorum. İnsanlığın geleceğiyle ilgili ağır spoiler almış gibi hissediyorum. Elden bir şey gelmez, işte bu daha da kötü.

Her gördüğüm kişiye tavsiye edeceğim Biz'i. İster distopyayı sevsin -ister ne olduğunu bilmesin- ve ister neydik, ne olacağız demesin; ben böylesine müthiş bir yazarı, müthiş yazarlara esin babası olmuş bir yazarı tavsiye etmekten vazgeçmeyeceğim.

İthaki'yi de tebrik ediyorum: Başına koyduğu önsöz, sonuna koyduğu Zamyatin'in denemesi, böylesine bir yazarı Rusça çevirisinden okumamızı sağladığı için (burada çevirmenlere de teşekkür ediyorum). Kelime yanlışları var mıydı, vardı elbette. Hatasız kitap olmaz. Ancak adamlar isimleri (numaraları) tek tek koyu harf yapmışlar, güzelce düzenlemişler -bunda da koyu yapılması unutulanlar vardı, elbette-

Birkaç alıntıyla kısa -ama etkili olmasını umduğum yorumu bitiriyorum:

"Hiçlikten büyüklüğe giden doğal yol senin gram olduğunu unutmandan ve tonun milyonda bir parçası olduğunu hissetmenden geçer"

"Dilin saniyedeki hızı her zaman düşüncenin saniyedeki hızından biraz az olmalıdır, tersi olmamalıdır."

"-Bana sonuncu, en üst, en büyük sayıyı söyle.
  -Saçma. Sayıların sayısı sonsuzdur, sen hangi sonuncuyu istiyorsun?
  -Peki sen hangi son devrimi istiyorsun? Sonuncu diye bir şey yok, devrimler sonsuzdur."

3
Liman Kütüphanesi / Ynt: En son hangi kitabı aldınız?
« : 27 Haziran 2013, 11:47:25 »
Dresden Dosyaları'nı almak için çıktığım yolda ilk kitabı birkaç saniyeyle kaçırdığımdan -ve başka da yokmuş- Yerdeniz serisini ve Oğullar ve Rencide Ruhları aldım. Kitapçının dediğine göre 1 senedir kimsenin dokunmadığı kitaba aynı anda iki kişi talip olmuş. Tabi diğer arkadaş daha önceden eline aldığından ben alamadım. Şans mı şanssızlık mı, orasına karar veremedim işte.

4
Gulyabani / Hüseyin Rahmi Gürpınar

Türk edebiyatının ilk korku romanı diye geçiyor. Gayet sürükleyici, yeri geldiğinde korkutucu, yeri geldiğinde çok eğlenceli olabilen bir kitap. Beklediğimden çok daha akıcıydı. Bunda elbette 'okurlarımız için özenle sadeleştirilmiş' olmasının etkisi büyüktür. Ama benim demek istediğim böyle uzun, boş, betimlemeyle dolu paragrafların olmaması. Umarım sadeleştirmek için o tür kısımları çıkarmamışlardır. Sıkıcı da olsa okumak gerekir.

5
Televizyon / Ynt: Leyla ile Mecnun
« : 19 Haziran 2013, 15:51:03 »
Pazartesi günü müthiş bir sezon finali verdiler. Tüm samimiyetimle söylüyorum, en son ne zaman ağladığımı hatırlamıyorum, hüngür hüngür olmasa bile o gün ağladım. Tam final gibiydi. Gülmesi de göndermesi de boldu tabi. Birçok üzücü olay oldu, ama bir tanesi vardı ki...

6
Ütopya/Distopya / Ynt: Fahrenheit 451
« : 19 Haziran 2013, 14:39:06 »
Ray Bradbury henüz ölmeden önce, bir kitap fuarında –artık tezgâh mı denir, stand mı- kitapların arkasındaki abla bana çok dil dökmüştü bunu almam için. Ama nedendir bilinmez, almamıştım o zaman. Geç de olsa okudum kitabı, çok şükür ki hiç okumamış olanlardan değilim artık. Okumayanlara sesleniyorum, bir an önce bulup okuyun; göz korkutacak bir kitap değil zaten, bir çırpıda bitiveriyor. Ama siz o çırpıyı uzatın: Okuyun, durun, düşünün ve tekrar okuyun.

Kitabın başındaki yazılma öyküsü beni çok etkiledi. Kütüphaneden çıkmayan Bradbury’yi sevdim, kitabın sonundaysa fazlasıyla sevmiştim artık.

"Ona kulak verin, ne dediğini biliyor o; sonra gidin çocuğunuzla birlikte oturun, bir kitap açarak sayfaları çevirin."

Televizyonun geldiği nokta –insanlığın geldiği yer gibi- yeterince ürkütücüydü. Oraya yaklaştığımız da aşikâr. Bunun önüne geçemeyiz artık, başkalarını kurtaramayız belki ama kendimiz sakınabiliriz bundan. Fikirler korkutucu derecede müthişti kitapta. Tamam, bir olay örgüsü var elbette ki, ama daha çok bir felsefe kitabı gibiydi sanki. Sembolik mi oluyor, işte öyle bir şey.

“Aman tanrım, çoğunluğun müthiş zulmü!”

“Bir adama birkaç dize şiir ver, sonunda kendini yaratılmışların efendisi sansın. Kitaplarınla suyun üzerinde yürüyebileceğini sanıyordun.”

“Bir gün… tarihin en büyük buharlı kazı makinesini yaparak bütün zamanların en büyük mezarını kazıp savaşı içine ittikten sonra üstünü örteceğiz.”

“Ateşi bu kadar sevimli yapan nedir? Hangi yaşta olursak olalım, bizi ona çeken nedir?... Onun devamlı hareketi; İnsanların icat etmek isteyip bir türlü başaramadıkları şey.”

“Eğer boğulursan en azından sahile doğru yüzerken boğulduğunu bil.”


7
Palahniuk da hemşerisi LeGuin gibi eleştiren –hem de ne eleştiren-, düşündüren büyük bir kitaba imza atmış. Batı ABD’nin suyunda bir şey var, benden söylemesi. Bir gün oralara gidersem Oregon’a da uğramayı unutmam umarım. Düşündüren dedim, evet, çoğu kez kitabı kapatıp düşünmeye başladım –bu da okuma hızımı düşürdü tabi.
Spoiler: Göster
Normalde de çok düşünen biriyimdir, kitap bahanesi oldu düşünmenin.


 Daha ilk cümlesi; “Sonsuza kadar yaşamak istiyorsan ilk adım olarak ölmek zorundasın.” olan bir kitaptan bahsediyoruz. Hayatla ilgili öyle öğütler veriyor ki, bunları altın kural olarak benimseyip uygulamak istiyorsunuz. Eleştiri, kitap baştan sona sisteme vurulan bir tokat gibiydi –sistemin bunu ne kadar hissettiği tartışılır. Kitapta aynı zamanda her şeyden bolca vardı, mizah olsun, eleştiri olsun… Bunları yerinde vermesi ve nasıl yaptığını bilmediğim bir sebepten dolayı okurken hiç sıkılmadım. Of, gene başladı ihtiyar nasihatlerine demedim. Subliminal mesaj gibi, hepsini okuyoruz, benliğimize işliyor. Ama sıkılmıyoruz, bunalmıyoruz, fark etmek istemiyoruz. Hepsini bizlere söylüyor, ama biz sadece gülüp geçiyoruz, tamamen kurguymuş gibi okuyoruz.

“Bazen uyanır ve nerede olduğunuzu sormak zorunda kalırdınız.” İşte, kitabı elimden bırakınca hissettiklerim. Başka kitaplarda not almak için kaleme, kâğıda –veya telefona- sarılmama sebep olan türden cümlelere burada burun kıvırdım, hiç kendimi yoramam sizin için dedim.

Yazım tarzının yarattığı şiirsellik ve özgünlük, (yüklemsiz cümleler, tek kelimelik satırlar, tekrarlar…) kitaba bağlanmamda etkiliydi, monotonluktan tamamen uzak, zevkli bir şeyler okumak istiyorsanız bu kitaba bir göz atın.
Spoiler: Göster
Ha ha, zevkliydi değil mi, sen gülmeye devam et -gül sen, gül, bu gidişle daha çok güleceksin- yok, yok bir şey demedim, devam et.

Bir şey anlatırken, olayın ortasında, farklı bir şeyler anlatmaya başlıyor ama siz buna hiç takılmıyorsunuz; ben olayı merak ediyordum, nereden çıktı bu saçmalıklar demiyorsunuz. Yazım tarzı o kadar çekici ki, anlaşılmazlığa sebep olması beklenilen bu tür şeyleri severek okuyorsunuz ve bir o kadar da bilgileniyorsunuz. Mesela, Rüyanın Öte Yakası’ndan bahsedeyim: Arada bir, şehrin, binaların tarihini anlatmaya başlıyordu. Ve ben bundan -aşırı derecede olmasa da- sıkılıyordum. Burada –belki anlattığı şeylerden, belki de yazım tarzından dolayı- öyle bir sıkılmışlık yaşamadım.
Spoiler: Göster
Rüyanın öte yakası örneğini okuma etkinliklerinden biri olduğu için verdim, başka kitaplarda da bu tür şeylere rastlamak pekâlâ mümkün.


Çeviri hakikaten çok iyiydi, hayran kaldım diyebilirim. Birkaç ufak tefek hatadan başka, ha, evet aklıma gelmişken; Pek fazla yerde geçmediğinden o kadar gözüme batmadı, ama içinde ‘Allah’ geçen deyimleri kullanması, tanrım yerine Allah’ım yazması (bence) yanlıştı. Okurken kitaba da hiç yakıştıramadım. Bence çevirirken ne görüyorsan öyle çevirmelisin, kendi inancını katmadan.

Marla ile ‘anlatıcı’, uykusuzluk problemi gibi bazı sorunlarını yenmek için hasta olmadıkları halde ölmek üzere olan insanların yanına, hasta terapi gruplarına gidiyorlar. Hasta değiller, ama -herkes gibi- hastalar. Ve ölümü, o insanlarda gerçek anlamda gördüklerinden bu problemlerini aşabiliyorlar, bir miktar rahatlayabiliyorlar. “Marla ölmüyor. Tamam, o çok derin, çok manalı felsefi anlamda hepimiz ölmekteyiz, ama Marla, Chloe’nin ölmekte olduğu gibi ölmüyor.”

”Şimdi hepimizi bekleyen sonu bildiği için, Marla hayatının her anını hissedebiliyormuş… Burada ölümün ne olduğunu gerçekten anlıyorsun.”

İnsan, bir şey yazarken elbette kendi hayatından, geçmişinden etkilenir. Bunu yazarken Palahniuk da kendi yaşamından etkileniyor, esinleniyor; tabi bir noktaya kadar. Bununla ilgili tartışmalar var: Tecrübe etmeden böyle şeyler yazamaz ki; bu bir kurgu, yaşamış olması gerekmez ki, diye. Adam yaşadıklarından bayağı etkilenmiş, ama tabi ki bunu kurguya dökmüş, diyerek kendi fikrimi ortaya koyayım.

(spoiler; hani, bilmeyenler olabilir) Yazar, sonunu getiremeyeceğim bari adam şizofren olsun demiyor, her şey önceden planlanmış, düşünülerek yazılmış. Aslında ne olduğuyla ilgili ipuçları veriyor –ki, az buz değildi. Mesela, patronun karşısında kendini yumruklarken Tyler’la yaptığı ilk kavga aklına geliyor. Bilmeden okusaydım bu ve bunun gibi örnekleri büyük ihtimalle anlamazdım. Tyler’la Marla’yı hiç birarada görmemesi onların aynı kişi olduklarını düşünmesine sebep oluyor. Sonra da “Öte yandan beni de hiçbir zaman Zsa Zsa Gabor’la birlikte görmüyorsunuz, ama bu ikimizin aynı insan olduğu anlamına gelmiyor” diyerek bu fikri kafasından –güldürerek- atıyor. Bu arada adamın –anlatıcının- ismini merak etmiyor değilim. Filmi çok önceden izlemiştim, pek hatırlamıyorum, orada bir ismi var mıydı? Merak ettiğim bir diğer konu ise bu adamın nasıl o kadar işe gittiği. Kovulmamak için şantaj yapıyor, tamam; ama nasıl dayanıyor vücudu.

Tyler’ın felsefesi; acı çekerek ‘dibe vurmak’, o şekilde toplumun uyuşukluğundan kurtulmak, yeniden doğmak idi. Her şeye sahip ama hayattan istediğini alamamış insanların Dövüş kulübü’ne katılma amacı da buydu. Tyler çok mantıklı, düşündürücü, bilgili konuşuyor. Eğer anlatıcıyla aynı kişiyseler, onun bildiklerini bunun da biliyor olası gerekir. Garipsedim, çünkü Tyler ona bir şeyler anlatırken sanki ilk defa duymuş gibi davranıyor, sabun yapmayı mesela. Adam akıl hastasıysa demek ki…

“Marla’nın hayat felsefesi, bana söylediğine göre, ölmeye her an hazır oluşu. Marla’nın hayatındaki trajedi ise ölmüyor oluşu.”

Sonuna doğru, anlatıcı uyuyunca Tyler’ın harekete geçtiğinden bahsediyor. Ancak başlarda aynı anda, aynı yerde bulunabildiler. Zaten bir ara Tyler kayboldu, ne oldu, neden? Kitapta bir yeri kaçırmış gibi hissediyorum şu an.

Hayvan deneyleriyle ilgili kitaptaki düşünceyi benimsedim. Uzaya maymun gönderilmeli, hayvan deneyleri olmalı; çünkü o hayvanlar bizim yaşayabilmemiz için öldüler –bu gerekliydi. Ama parfüm vb. için balinaların ölmesi, işte bu olmamalı; çünkü zaruri olmayan bir ihtiyaçtan ötürü onların canına kıyıyorlar, sırf senin gösteri merakın yüzünden.

“Ağzımdan çıkanlar Tyler’ın sözleri. Halbuki melek gibi bir adamdım ben…”

Çorbalara neden işiyor? Filmlere neden kare ekliyor?... Bunları Tyler’ın yüzünden yaptığını sanıyor ama aslında kendi yapıyor. Peki neden? ‘Kaybedecek bir şeyi yok’, bunun için tam bir cevap değil. ‘Adam zaten sorunlu bir tip’ veya ‘Hizmet endüstrisindeki işçilerin maruz kaldığı sömürüyü protesto etmek’ de tam karşılamıyor. ‘Yazar, tüketim toplumuna eleştiride bulunuyor.’ da değil. Sanırım cevap, bunların hepsinin toplamı.

“Bunu biliyorum, çünkü Tyler biliyor.”

Beğenmedim (tek) yanı, sonuydu diyebilirim. Hastaneyi cennet, doktoru tanrı olarak düşünmesi her ne kadar hoşuma gitse de ölmesini tercih ederdim anlatıcının. Yani sen, ağzına silah sokup tetiği çekeceksin, ama ölmeyeceksin.

“Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz… Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.”

Spoiler: Göster
Dağınık olduysa biraz, kusuruma bakmayın 


8
Sonra niye İstanbul bu kadar göç alıyor! İstanbul'da olmasından ötürü kaçırdığım şeylerin sayısını takip edemiyorum artık.

9
Yazarlar / Orhan Pamuk
« : 24 Mayıs 2013, 21:31:50 »


Orhan Pamuk yazarlığa 1974 yılında başladı. 1979 yılında ilk romanı olan "Karanlık ve Işık" ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı ancak 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü.

Pamuk'un daha sonra yazdığı kitaplar da çok sayıda ödül kazandı. İkinci romanı olan Sessiz Ev 1984 yılında Madaralı Roman Ödülünü kazandı. Bu romanın Fransızca tercümesi de 1991 yılında Prix de la Découverte Européenne ödülüne hak kazandı. 1985 yılında yayımlanan tarihi romanı Beyaz Kale ile 1990 yılında ABD'de Independent Award for Foreign Fiction ödülünü kazandı ve yurtdışında tanınmaya başlandı. Orhan Pamuk, 2002 yılında yayımlanan Kar kitabını, Türkiye'nin etnik ve politik meseleleri üzerine kurulu bir politik roman olarak tanımlamaktadır. Kar romanı Amerika'da 2004 yılında "yılın en iyi 10 kitabından biri" olarak gösterilmiştir. Yıllar geçtikçe Orhan Pamuk'un Türkiye dışındaki ünü artmaya devam etti. 1998 yılında yayımlanan Benim Adım Kırmızı 24 dile çevrildi ve 2003 yılında İrlanda'nın ünlü International IMPAC Dublin Literary Award ödülünü kazandı.

Romanlarının dışında, yazılarından ve söyleşilerinden seçmelerin ve bir hikâyesinin yer aldığı Öteki Renkler (1999) ve Ömer Kavur'un yönettiği Gizli Yüz adlı filmin senaryosu (1992) vardır. Bu senaryo, 1990 yılında yayımladığı Kara Kitap romanındaki bir bölümden yola çıkılarak yazılmıştır.

Orhan Pamuk ABD'de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının "Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler" başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri oldu. 2007 Mayıs'ında yapılan 60. Cannes Film Festivali'nde jüri üyeliği yapmıştır.

Nobel Ödülü

Orhan Pamuk 12 Ekim 2006 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak Nobel Ödülü kazanan ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tarihe geçmiştir. Akademi'nin 12 Ekim 2006 günü saat 14:00 civarında yayımladığı,

“   2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir.   ”
şeklindeki basın bildirisiyle Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verildiği resmen açıklandı. Pamuk 7 Aralık 2006'da, İsveç Akademisi'nde Babamın Bavulu başlığı altında hazırladığı Nobel konuşmasını Türkçe yaptı, Türkçe bilmeyen izleyiciler ellerindeki çeviri metinden konuşmayı takip etti, birçok televizyon kanalı konuşmasını canlı yayınladı. Orhan Pamuk ödülünü 10 Aralık 2006 günü Stockholm Konser Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden aldı.

Yayımlanmış eserleri

Cevdet Bey ve Oğulları, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1982

Sessiz Ev, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1983

Beyaz Kale, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1985

Kara Kitap, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1990

Gizli Yüz, senaryo, İstanbul, Can Yayınları, 1992

Yeni Hayat, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994

Benim Adım Kırmızı, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998

Öteki Renkler, yazılarından ve söyleşilerinden seçmeler, 1999

Kar, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002

İstanbul: Hatıralar ve Şehir, anı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları (YKY), 2003

Babamın Bavulu, anı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007

Masumiyet Müzesi, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008

Manzaradan Parçalar, yazılarından ve söyleşilerinden seçmeler, 2010

Saf ve Düşünceli Romancı, Harvard Üniversitesi'nde verdiği Norton Dersleri, İletişim Yayınları, 2011

Kaynak ve daha fazla bilgi için: http://tr.m.wikipedia.org/wiki/Orhan_Pamuk

Daha fazla uzatmak istemedim, Masumiyet Müzesi hakkında istemediğiniz kadar bilgi almak için: http://tr.m.wikipedia.org/wiki/Masumiyet_Müzesi


Ermenilerle ilgili söylediği sözlerinin Radikal'de, bizzat değerlendirmesi:
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=167161

Dinine gelirsek:

İngilizcemle ancak bu kadar çevirebildim. Spiegel'de, 2005 yılında Almanya'da bir ödül alması üzerine iki bölüm halinde yayınlanan röportajın tamamı -ki okumanızı öneririm- burada: http://m.spiegel.de/international/spiegel/a-380858.html#spRedirectedFrom=www&referrrer=http://www.orhanpamuk.net/interviews.aspx

-Siz ateist misiniz?
-Pamuk: Benim dinim karışık. Edebiyat benim gerçek dinim. Hepsinden önce tamamen dinsiz bir aileden geliyorum.
-Kendinizi müslüman olarak görüyor musunuz?
-Pamuk: Kendimi müslüman bir kültürde yetişmiş biri olarak görüyorum. Ateist olduğumu söyleyemem. Yani ben, müslümanlığın kültürel ve tarihi kimliğiyle birleşmiş biriyim. Ancak tanrıyla kul arasındaki ilişkiye inanmıyorum.

Yine bu röportajdaki bir sözü çok hoşuma gitti: (O sıralar söylemleri yüzünden dava edilmişti ve hapis cezası alabileceğini düşünmediğini söyledi bundan önceki iki cümlede - hapse girmedi de)

-En azından bir kere de olsa, hapse girmek bir Türk yazar için bir çeşit onur sayılmaz mı?
-Pamuk: Orada (hapiste) hiç bulunmamış bir Türk yazar olmak daha büyük bir onur olmaz mı? Daha iyi değil mi? Yazar için ve Türkiye için daha iyi değil mi?

Hakkında kendi söyleyebileceklerim:

Türkçeyi 50 tane dile çevirttirebilmiş, dünya okuruna İstanbul'u -ve Kars'ı- merak ettirmiş, Türk olduğuyla gurur duyduğunu söyleyen, yazarlığına ve romancılığına kimsenin bir şey diyemeyeceği -tarzını beğenip beğenmemek her yazarın başına gelebilir- bir insan. Dünya görüşüme -yaklaşık- tamamen ters biri olmasına rağmen onu okumayı çok seviyorum.

10
Tatlı Rüyalar (Alper Canıgüz); kitapla ilgili eleştirimi kendi konusunda yazdım, tek diyeceğim; herkesin okuması gereken bir yazarın herkesin okuması gereken bir kitabı.

Tatlı rüyalar'ı beklediğimden erken bitirince Beyaz Kale'ye (Orhan Pamuk) başladım. Henüz ortasına -asıl konuya- gelmedim, fakat güzel ilerliyor. Bol düşünceli -klasik Pamuk- bir kitap. Kapağını (benimki 2012 basımı) hiç beğenmedim, okuma isteğini azaltıyor. Bir de, düzeltisi daha iyi olmalıydı.

11
Kullandığım iki oydan biri birinci, diğeri ikinci :) Çoğunlukla aynı tarafta olunca insan bi' mutlu oluyor.

12
Başka Kurgular / Ynt: Cehennem // Dan Brown
« : 17 Mayıs 2013, 17:14:15 »
Dante'nin cehennemi'ni okumuş biri olarak bu kitabı merak etmiyor değilim. Ne var ki Dan Brown'u daha önce hiç okumadım. Nasıl olacak bilemiyorum. Zamana bırakacağım galiba, belki daha sonra (çok değil ama) alır, okurum.

13
Beyaz Kale'yi (Orhan Pamuk) mi, Tatlı Rüyaları mı okuyayım şu bir haftada diye düşünürken bu yorumun gelmesi sonuca ulaşmamı hızlandırdı. Kitabı bitirince -haftaya- eleştirimi editleyeceğim. Gizliajans'ı okumuştum daha öncesinde (nasıl kitap okumam gerektiğini bilmediğim bir-iki yıl önce), Talı Rüyalar'ı da çok merak ediyorum. Bakalım:...

Edit:


Bol karakterli, bol isimli, bol gülmeceli bir roman... Orjinal dilinde okuyabildiğimiz için şanslıyız. Bu yazarı okumayan Türk kalmamalı bence.

İnsanların farklı bir kitap okuyacağını anlatmak için 'psiko absürd romantik komedi' yazmışlar herhalde, bunun dışında kapak idare ederdi.

Olcayto fişek ile şevket kısımları, Rüyanın öte yakası'na benziyordu bence de. Tarzları farklı, bu yüzden karşılaştırmak ne kadar doğru bilemem ama bu, daha eğlenceliydi. 

Sürekli kendini merak ettiren bir kurguya sahip. Berliozlu kısımları okuyorum ve 'Bu, Olcayto Fişekli kısımlara göre daha iyi' diye düşünüyorum. Olcaytolu kısımları okurken de bunlar daha iyi olmuş diyorum. Kısacası gittikçe daha iyi olan bir kitap.

Diyorum ya eğlenceliydi ve göndermelerle doluydu diye. Kimi yerlerde sesli güldüm. 'Muhittin'in yeri' diye bir meyhanede geçen bir konuşma:
"... Patron gelince her şeyi hazır etmezsem çok kızar."
"Hadi canım... Muhittin abi kalender adamdır."
"Muhittin abi iki yıl önce öldü. Şimdi burayı Cevdet bey işletiyor. Cevdet Bey ve oğulları..." Yazarken bir daha güldüm şimdi. 'Cevdet bey ve oğulları' Orhan Pamuk'un ilk kitabı; Cevdet bey, meyhaneyle işi olmayan, ihracatla uğraşan bir adamdır. Bir de kitabı okumadan once Pamuk'un mu bir kıtabını okuyayım yoksa bunu mu, diye düşündüğümden garip bir rastlantı oldu. [spoiler]Ne uzattim be![\gizli]

14
Genel Kültür / Ynt: Mimar Sinan
« : 11 Mayıs 2013, 21:22:48 »
Mimar Sinan, değeri bilinmesi gereken büyük bir deha. Burada da bunu görüyoruz.
Spoiler: Göster
Sonuçta İsmail abinin genlerinden bahsediyoruz


DaVinci's Demons'ı izlerken aklıma ne geldi: Mimar Sinan'ın da hayatını anlatan böyle bir dizi veya en azından bir film çekilmeli.

15
Konusu zaten belli, tarzını da çok beğendim. Kitap akıyor, ama ben yavaş okuyorum. Her sayfada en az bir tane not almalık cümlesi var. İyi ki anketten bu çıkmış..

Sayfa: [1] 2 3 ... 10