42
« : 21 Eylül 2016, 09:17:52 »
Sonbaharın son günleri olmasına rağmen ılık geçen gün yerini akşam serinliğine ardından gece ayazına bırakmıştı. Moita ve arkadaşları, günlerdir sert zeminde yatıp ısınmak için kamp ateşi ve birkaç battaniyeden fazlasına sahip olmadan geçirilen molalarla kıyaslandığında oldukça konforlu bir akşam geçiriyorlardı. Üstlerindeki çatı ve etraflarında rüzgarı geçirmeyen ahşap duvarlara ek olarak içerinin soğuğunu kıran ocaklar odanın iki yanında yanıyordu.
Savunma amacından çok konaklama için yapılmış, dağların buzlu sularını vadiye taşıyan çayın yakınlarındaki iç karakollardan birine askerler tarafından, getirilmişlerdi. Mgeri, okumaktan yıpranmış defterinin sararmış sayfalarını karıştırmaktan vazgeçmiş, Moita ile sohbet ederken aynı zamanda genç askerlerin yemek hazırlıklarını izliyorlardı. Birkaç dakika önceye kadar yanlarında oturan Barva yemek yapmaya çalışan adamların aralarındaki tartışmalara dayanamayarak kepçeyi eline almış, şimdi ise bir askeri azarlıyordu.
“Kekiği hiç duymadın mı?” Barva umutsuzlukla içini çekti. “Bir meşale al ve gelirken geçtiğimiz açıklıktaki çalıların dibini bir kolaçan et. Zamanı geçmiş olsa da meret hala güzel kokar. Küçük yapraklıdır, sapı ince olmasına rağmen odunsudur. Ondan birkaç dal kap gel.” Kendisine boş boş bakan askere çıkıştı. “Anan sana hiç bir şey öğretmedi mi?”
“Ben ne olduğunu biliyorum.” Duvar dibinde oturan askerlerden tıknaz bir oğlan, yaşının yirmiye erişmediği aşikardı, ayağa kalkıp Barva’nın yüklendiği arkadaşını kapıya doğru sürükledi.
“Kekiksiz yahni mi olur?” diye söylenen Barva erzak çuvallarının yığılı olduğu köşeye gitti. “Ah! Birkaç mantar da olsaydı keşke.” dediğinde birkaç asker aceleyle iri yarı adamdan uzaklaşmıştı.
“Mantarsız da yenir. Çocukları çok yorma.” Dadali’den gelen yorum ile Barva sırıttı.
“Her zamanki gibi yemeğin hakkını vermiyorsun sevgili ablacım.” dedi Barva, sevecen bir sesle.
Dadali, kolunu başının altına almış uzandığı divandan doğrulmadan kardeşine çıkıştı. “Bir gün yemekten başka bir şeyin hakkını verdiğini görürsem saçlarımı keserim.”
Barva, karakolun köşesine dayanmış hücrenin, demir parmaklıklarına iri omzunu yaslarken “Sen de denemelisin.” diye önerdi ablasına.
“Neyi?” Dadali bakışlarını tavandan ayırma zahmetine bile girmemişti.
“Yemek kadar basit bir şeyin bile tadını çıkarmayı.”
Kardeşinin sesindeki bir şeyler Dadali'nin dikkatini çektiğinden Barva’yı görebilmek için doğruldu; ocakların ve kıyıda köşede yakılmış bir kaç mumun ışında Barva'nın yüzünde, görmeye alışmadığı bir ciddiyet vardı. Genç kadın tekrar başını yatağa bıraktı ve gözlerini tavana dikti. “O zaman da gelecek merak etme.” dedi kestirip atarak.
“Bence gelmeyecek.” dedi Barva, ablasından bakışlarını ayırmayarak. Bir tepki alamasa da inatla devam etti. "Amacımıza ulaşsak bile sen böyle kalmaya devam edeceksin."
Dadali, amaçlarına ulaşamama ihtimalleri olduğuna mı yoksa 'böyle' kelimesinin arkasına saklananlara mı öfkelendiğini kestiremeden hücredeki yataktan fırladı. Aralarındaki parmaklıklara rağmen kendisinden uzun olan kardeşinin dibine girdi. “İsimlerimiz temizlenip Moita, hakkı olanları geri alana kadar yemek yemek, ya da az önce neyi ima ediyorsan onlar, bir araçtan öteye geçemez benim için." dedi, öfkesini fısıltısına gizlerken askerlerin onu duyup duymadıklarından emin olmak için etrafını kolaçan ediyordu.
"Amacına ulaşırken araçlarından olabilirsin ablacım."
"Ne demek istediğini açıkça söylesene sen." diye patladı Dadali bir solukta. Genç kadının kaşları her zamanki hızla çatılmıştı.
"Arte'nin yarası yüzünden yolda fazla oyalandık diye söylendiğinde ne kadar kabalaştığını ya da Mgeri’nin rahatlığının seni ne kadar sinirlendirdiğini görmemek için kör olmaya bile gerek yok. Son zamanlarda ne kadar huysuz olduğunu hesaba katmıyorum bile. Söylenmediğin zamanlarda diyarın en iyi ablası olduğuna kalıbımı basarım ama çoğunlukla seni boğmamak için kendimi zor tutuyorum.”
Dadali bir şeyler söylemek için ağzını açtı fakat ne diyeceğini bilemeyerek aynı hızla kapadı.
“Biraz kendine çeki düzen vermezsen…” Barva bilinçli olarak cümlesini yarım bıraktı.
“Ne o, yoksa beni arkada mı bırakacaksınız?” diyerek Dadali öfkeden alaycılığa çabuk bir geçiş yaptı.
“Hayır. Dizime yatırıp poponu bir güzel kızartmayı planlıyorum.” dedi Barva şaşırtıcı bir sakinlikle. “ve bunda da ciddiyim.” Elindeki tahta kepçeyi ablasına doğru birkaç kere salladı. Barva’nın dikkati o anda içeri giren iki askere yöneldi. “Kekikleri buldunuz mu gençler?” dedi onlara yönelerek. Uzatılan otları incelediğinde keyifle kokladı. “Acaba oralarda mantara rastladınız mı? Şöyle turunculardan. Hayır mı? Ne yapalım bunlarla idare edeceğiz.” Aceleyle uzaklaşan askerlerin arkasından masumca sırıttı.
Barva’nın pişirdiği yahni uzun süredir ilk defa midelerine lezzetli bir şeyler giren askerler tarafından kısa sürede tüketilmişti. Bir tehdit olmaktan uzak gördükleri kürk ticareti ile uğraşan bu becerikli adamların yanında çoktan rahat davranmaya başlayan askerlerin kimileri karakolun dışında tütün içmek için, kimileri içerideki sıcağı tercih ederek gruplar halinde çevreye dağıldıklarında vakit akşamdan geceye dönmüştü. Kapıldıkları rehavetten memnun olan her iki tarafı da garezle süzen genç Çavuş, gözcünün Yüzbaşı Unat’ın birliğiyle on dakikaya karakolda olacağını haber verdiğinde keyifle gülümsedi.
Ellerini arkasında birleştirip karakolun önünde volta atarak üstünü bekleyen Çavuş Korba, Yüzbaşı’nın tepkisinden emin, adamlarının önünde alacağı takdirin erken gururu ile bir hindi gibi kabarıyordu.
Ağır zırhlılardan oluşan bir müfreze askerin önündeki uzun mızraklarda dalgalanan yeşil ve mavi flamalar, Karakolun önünden orman içlerine doğru dizili fenerlerin ışığında rahatça seçilebiliyordu. Atlılar yaklaştıkça Çavuş Korba, şövalyelerin arasındaki iki yabancıyı fark etti. Toplayıp karakola getirdiği tüccarlar gibi, kalın ve kürklü kıyafetleri kullanışlı fakat bir o kadar da gösterişsizdi. Yüzbaşı’nın atını tutmak ve inmesine yardım için iki adamı koştu, Teğmen birkaç adım geride durarak Yüzbaşı’nın selamını hevesle bekledi.
Yüzbaşı Unat, sert bir bakışla Çavuş’u selamladı ardından ağır adımlarla karakola girdi. Hemen ardından tüccar kılıklı iki adam geçip Yüzbaşı’yı takip ettiğinde Çavuş Korba olanlara bir anlam veremeyerek arkalarından karakola koşturdu.
Yuzini Krallığı'nın üst düzey askerlerinden biri olan Yüzbaşı Unat, orta boylu fakat enine doğru genişlemiş heybetli bir adamdı. Giydiği zırh onu olduğundan daha kalın gösterse de hareketleri hızlı ve şaşırtıcı bir şekilde rahattı. Koyu kahve saçları erken ağarmış, uzatılmaya ise layık görülmemişti. Kırmızı yüzündeki siyah gözleri ise zeka ile parlıyordu.
Çavuş, Yüzbaşı'nın, gözaltına aldıkları adamlardan önce uzun kahverengi saçlı olan ardından iri yarı kızıl ile tokalaştığını gördüğünde daha fazla ilerlemeyi göze alamayarak, kapının önünde şaşkınca dikildi. Beklediği kesinlikle bu değildi.
“Bizimkiler umarım sizi iyi ağırlamışlardır.” diyen Yüzbaşı Unat’ın kaşları kalkmış ve sorgularcasına bakışları odanın içinde dolanmıştı. O arada bir asker hızla hücrenin kapısını açmayı akıl ederek Dadali’nin geçmesi için geriye çekilmişti. “Kibarlık edip buradaki tek yatağı size mi verdiler Dadali Hanım?” derken Yüzbaşı, kalın eldivenli elinin içine aldığı kadının beyaz küçük elini tutup dudaklarına götürürken çapkınca gülümsedi.
“Israr ettiler ben de kıramadım Yüzbaşı.” dedi Dadali, utancından hala öne çıkamayan Çavuş’a, Yüzbaşının başı üzerinden manalı bir bakış atarak.
Çavuş Korba, artık daha fazla uzakta kalamayacağını anlayarak öne çıkarak üstünü hafif bir topuk hareketi ile selamladı. “Elimizden geleni yaptık, Efendim.” dedi kısaca konuyu çok dallandırıp budaklandırmaktan korkarak.
Mgeri “Bizimkilere nerede rastladınız?” diye araya girerek sordu. Guroni ve Arte eşyalarını duvarın dibine yığmakla meşgullerdi.
“Rova ovasının girişinde karşılaştık. Guroni ve Arte da o esnada kasabadan canhıraş bir şekilde ayrılıyorlardı. Daha doğrusu kaçıyorlardı." Yüzbaşının başına üşüşen iki yardımcı Unat'ın kollarını açması ile zırhını tek tek sökmeye başladılar. "Sanırım kasabalıların biraz canlarını sıkmışlar."
"Aldığımız tavuğun parasını ödemekte fazla ısrar edince..." Arte, erzak çuvalını Barva'nın karıştırdığı yere başıyla işaret ederken anlamsızca sırıttı. "Bunun hata olduğunu çok geç fark ettik."
Deri tunik ve pantolonu ile kalan Yüzbaşı, karakolun içindeki askerlerin ve dışarıda kalan şövalyelerinin duyabileceği şekilde "Rahat asker!" diye komut verdi. "Bu gece buradayız."
Odanın bir ucundaki ocağın etrafına yerleştirilmiş alçak taburelerden birinde oturan Yüzbaşı Unat, bir yanına Mgeri ve Moita'yı diğer yanına Dadali ve Guroni'yi almış beş aydır görmediği bu adamların başından geçenleri dinlemek için can atıyordu. Çavuş dahil, askerlerini etraflarından uzaklaştırarak gizli bir ortam oluşturmuş ve gerekli mahremiyeti sağlamıştı.
Karakolun dışında yakılan büyük bir ateşin başına kurulan şövalyeler, soğuğa aldırmadan belki de yüzüncü defa birbirlerine anlatıp dinledikleri, eğitimlerindeki ve savaş alanlarındaki anıları ile genç askerleri kendilerine hayran bırakıyorlardı. Barva ve Arte da yüzbaşı ile konuşmayı diğerlerine bırakarak her zaman dinleme şansı bulamayacakları kahramanlıkların ateşi ile dışarıya çekilmişlerdi.
"Sayenizde sınırlarımızdaki hareketlilik son üç sene de oldukça arttı." dedi Yüzbaşı Unat Moita’ya takılarak. Ocaktaki ateş etli yüzünü şimdi daha da kırmızı gösteriyordu. "Başınıza konulan ödülü duyan her işsiz güçsüz serseri Yuzini'ye koşuyor." Durumdan şikayet etmekten uzak dudakları belli bir keyifle yukarı kıvrıldı.
"Kral Aurang, Yuzini'ye sığınmamıza izin verdiğini duyurmakla hata etti." dedi Moita büyük bir ciddiyetle. "O zaman da söyledim, hiç yoktan Kral Konur’un garezini de üzerinize çektiniz."
"Kuzey'de yılın nerdeyse sekiz ayı kar altında geçiyor. Yolları bu kadar uzun süre kapalı olan bir ülkede tüm kış eğlenecek çok az şey buluyoruz. Azıcık sataşıp can sıkıntısını atamayacaksa insan, komşular ne işe yarar." Yüzbaşı, Moita'nın sırtına tombul eli ile hafifçe vurdu. "Hem Kral Konur'un doğudan başını kaldırıp da kuzeye kafa tutacak hali yok şu sıralar. Hoş eskiden de olmazdı ya. Vareste sizin yıllardır başınızın belası ama o zamanlar senin komutandaki ordu ile bu işi çözeceğinize dair bir umudum vardı." Yüzbaşı'nın neşeden uzak bir kahkahası karakolda çınladı. "Geçmiş olsun, onu da sizin akılsız Kralınız kullanamadı."
Moita'nın kaşları sorularla çatılmıştı. Rebu enselerindeyken de ondan kurtulduklarından sonra da uzun ve tenha yolları tercih ettiklerinden havadislerden uzak kalmışlardı. "Bilmediğimiz bir şeyler mi oldu Yüzbaşı?" diye sordu Moita.
"Üç hafta önce Aşkar geçidinde yeni bir saldırı olduğuna dair duyumlar aldık." dedi Yüzbaşı, sözlerinin dinleyenler için yeteri kadar açıklayıcı olduğunu biliyordu. "Kral Konur'un donanmasının bir kısmını Talay Körfezinden kuzeye boğaza kaydırdığı söyleniyor."
Krallığın Vareste ile yüzyıllardır süre gelen mücadelesinin iki cephesinden birisi kuzey doğudaki, iki kıtayı ve ezeli düşman iki ülkeyi birbirine bağlayan dar boğaz, Aşkar geçidi idi. Diğeri daha güneydeki Talay körfezi ve körfezin gerisindeki Dazkırı çölüydü. Moita'nın yönetimindeki piyade ve atlıların uzun yıllar korudukları Aşkar geçidi bir kaç yıldır Vareste tarafından daha fazla taciz edilir olmuştu. Şuana kadar geçit düşmemiş olsa bile Krallığın kara kuvvetlerindeki değişimin etkisi ile ki hain Moita'nın yerine kuzeni Ladre geçmişti, eski başarılarından geriye bir şey kalmamıştı.
"Konur'un donanmayı kuzeye gönderdiğine inanamıyorum." dedi Mgeri, sesindeki hayal kırıklığı ile.
“Ben inanırım." diye mırıldandı Dadali. Kahverengi gözlerini ateşe dikmiş, ülkesinin başına gelebileceklerin endişesi ile kaşları çatılmıştı. “Kral ne zaman aklı başında adamları dinledi ki. Sadece duymak istediklerini söyleyenlere kulak verdi.”
Moita'nın itirazları nedeniyle, Kuri Kanadının Bey'i Elebars'ın, boğazın büyük savaş gemileri için uygun olmadığını kabul etse de manevra kabiliyeti daha yüksek ve daha küçük yelkenlilerin kuzeye kaydırılması isteği uzun süre dikkate alınmamıştı. Elebars Bey de daima, Vareste Hükümdarı Galvorn'un, Aşkar boğazının yakınlarında gemi bulundurmaya uygun kıyısının olmadığını öne sürmüştü ve o bölgede savaş gemisi avantajlarına olduğu konusunda ısrar etmişti. Gemicilik ve donanmada bir adım ileride olan Vareste İmparatorluğunun kara muhaberelerinde zaferlerinin azımsanacak düzeyde olduğu düşünüldüğünde Krallığın donanmayı ikiye bölmesi güney doğu kıyılarında her hangi bir baskında kaybetmeleri demekti. Moita, Aşkar geçitlerini koruduğu sürece ki bu zamana kadar düşmandan tek bir askerin bile batıya geçmesine izin vermemişti, boğazda herhangi bir gemiye ihtiyaçları olmamış ve Kral Konur’un Elebars Bey’in isteklerini göz ardı etmesi kolay olmuştu.
Moita, ateşin ışığı ile alev alev yanan saçlarını elleri ile geriye taradı. Bir hain olarak yıllardır dağ bayır kaçtıklarına mı yansın yoksa Krallığı için emeklerinin ve çalışmalarının birkaç akılsızın elinde harcandığına mı daha çok kahretsin bilmiyordu. Kederi ile kendi düşüncelerine dalan Moita, Yüzbaşının sorusunu duymamıştı.
Moita’nın dalgınlığını fark eden “Mgeri, kuzeye dönene kadar başlarından geçenleri Yüzbaşı’ya anlatmaya başladı. Yüzbaşı ile birbirlerini uzun süredir tanıyorlardı. Mgeri, Şozi Avlakları’ndan dayısının yanına, saraya gönderildiğinde daha on yedi yaşındaydı. Babasının bir av sırasında yaralanıp tekrar ayağa kalkamadan yatakta geçirdiği iki ayın sonunda ölüme yenik düşmesi ile dayısı, babası hayattayken gerçekleştiremediği arzusuna sonunda kavuşmuş ve Mgeri’yi doğup büyüdüğü yerden koparıp saraya getirmişti. Mgeri, babasının avcı ruhu ile annesinin saraylı mizacını karışımı bir genç olup çıktığında avlaklarda dahi dikkat çekici bir gençken sarayın hayatının içinde kolaylıkla sivrilmişti. Yakışıklı yüzü ve endamı da bu hoş karışıma eklendiğinde sarayın kızları ve kadınları arasında gördüğü iltifat da şaşırtıcı değildi.
Mgeri o zamanlar öğrenmeye meraklı ve zeki bir delikanlıydı. Güzel giyinmeyi, güzel konuşmayı, birkaç yabancı dili, çok sevdiği şiiri ve matematiğin sonsuz denklemlerini, kürk tacirlerinin arasında öğrenme şansının olmadığını bildiğinden dayısının onu yanına almasına daima minnettar olmuştu.
Yüzbaşı Unat, zamanında Mgeri’ye atıcılığın yanında kılıç kullanmayı ve dövüşmeyi öğretirken onu neşeli ve hayatı hafife alan halleri ile tanımıştı. Yıllar sonra babasının kasabasına gidip saraya geri döndüğünde artık yirmili yaşlarında olan genç adamın neden sarayı ve ardından Yuzuni’yi terk ettiğini de hiçbir zaman anlayamamıştı.
Mgeri, Moita’yı hapisten nasıl aldıklarını anlatırken Yüzbaşı da genç adamın yakışıklı yüzünden geçen ifadeleri izliyordu. Saraya ilk geldiğinde bıyıkları yeni terlemiş, biraz züppe ama büyüklerine saygılı bir genç olarak Mgeri’yi hatırlıyordu. Tasasız ama her daim öğrenmeye açtı o zamanlar. Şimdi ise ateşin titreyen alevlerinin loş ışığında, gözlerinin çevresinde ve ağzının iki yanında gölgelenen çizgileri ile genç bir adam daha olgun görünüyordu.
Rebu’ya baskın gecesini anlatmayı bitirdiğinde Mgeri’nin yüzüne yayılan gülümsemeyi Yüzbaşı Unat açık bir endişe ile karşıladı. “Yerinizde olsam o para avcısını bu kadar hafife almazdım.” dedi ciddiyetle. Eliyle yeni çıkmış sakallarını sıvazladı. “Kralım, Rebu gibi adamların kullanılmasına hiçbir zaman müsamaha göstermemiştir. Para için karısını bile satar böyle tipler. Temkinli olun derim. Peşinizi bırakmayacaktır hele ki böyle bir küçük düşmenin ardından daha da hırslanacaktır.”
“O gece söylendiği kadar olmadığını bizzat gördük Yüzbaşım.” dedi Dadali, dirseklerini dizlerine dayamış, yüzüne küçümsemenin izleri yayılmıştı. “Moita’yı aptallığı yüzünden elinden kaçırdıktan sonra bir de avcıyken av oldu. Kolay lokma olmadığımızı anlamıştır ve peşimize düşmeye cesaret edemez artık.”
Yüzbaşı Unat, Dadali’nin yorumu karşısında canlı bir kahkaha attı. “Bizim buralarda bir söz vardır Dadali Hanım; yaralı ayı dövüşe doymaz derler.”
“Yaralı erkekler desek şuna kısaca.” dedi Dadali alayla.
“Yıllardır beş erkekle yabanda dolanan bir hanımın sözlerine itiraz edecek değilim.” dedi Yüzbaşı Unat, ellerini kaldırarak teslim olduğunu gösterdi.
Moita’nın katılmadığı gülüşmelerin ardından Yuzini’deki gelişmelere kayan sohbet gece yarısına kadar aynı ateşle devam etti. Yüzbaşının son görevinin ardından Kral Aurang’ın en küçük kızının, beş gün sonraki düğününe katılmak üzere sabah gün doğmadan yola çıkacağını zaten onları görmek için yolundan ayrıldığını söylemesi üzerine birbirlerine veda edip karakolda bir duvar kenarına kurdukları uyku tulumlarına çekildiler.