Diyardaki Bela'yı yani İnançsız Thomas Covenant Yıllıkları'nın birinci kitabını uzun süredir okumak istiyordum. Kitabı geçenlerde bitirdim ve şimdi kitaba bu kadar geç başladığım için kendime kızmakla meşgulüm. Kitapta bir epik fantaziden beklediğim çoğu şey ve daha fazlası vardı. Devam etmeden önce hemen kötü haberi vereyim. Serinin şu ana kadar yayımlanmış 9 kitabı var ve serinin onuncu ve son kitabı The Last Dark'ın 2013'te yayımlanması bekleniyor. Ülkemizde ise birinci ve ikinci kitap sırasıyla Phoenix ve İthaki tarafından basıldı. Serinin devamı gelecek mi bilmiyorum ama son kitabın 2007'de çıktığını göz önüne alırsak fazla umutlanmamakta fayda var gibi.
Kitabın arka kapak yazısı şöyle:
Gerçek bir adam - gerçek olarak bildiğimiz her açıdan gerçek bir adam - kendini birden dünyadan soyutlanmış ve varolması mümkün olmayan bir fiziksel duruma sokulmuş bulur. Seslerin aroması, kokuların rengi ve derinliği, görüntülerin dokusu, dokunuşların ses perdesi ve ses rengi vardır. O yere getirilmesinin sebebinin bir kahraman olarak kendi dünyasını temsil etmek olduğunu söyler bedeni olmayan bir ses. Başka dünyadan bir kahramana karşı ölümüne, teke tek cenge tutuşmak zorundadır. Eğer yenilirse ölecektir ve kendi dünyası - gerçek dünya - yok edilecektir. Çünkü o takdirde kendi dünyası hayatta kalmak için gerekli, içten gelen kuvveti haiz değil demektir.
Adam, kendisine söylenenin doğru olduğunu kabul etmeyi reddeder. Ya bir düş ya da bir sanrı gördüğünü iddia eder ve gerçek bir tehlikenin olmadığı, sahte bir ölümüne dövüşe girmeyi reddeder. Bu görünürdeki duruma inanmamaya son derece kararlıdır ve diğer dünyanın kahramanı tarafından saldırıya uğradığında dahi kendini savunmaz.
Soru: Adamın davranışı cesurca mıdır, yoksa korkakça mı? İşte bu, ahlakın temel sorunudur.
Ahlakmış! diye kendi kendine hırıldadı Covenant. Lanet olsun, kim uyduruyor bunları?
Kitap hakkında söylenmesi gereken ilk şey, Thomas Covenant'ın yani serimizin baş karekterinin gayet başarılı kurgulanmış bir anti-kahraman olduğu. Belki kendisi bir Elric (bkz:Elric Destanı) değil ama favori anti-kahramanlarımdan biri olmaya aday şu anda. Bu tarz bir tahmin yapmak zor ve bazen çok isabetsiz sonuçlar da ortaya çıkabiliyor ama eğer Elric Destanı'nı sevdiyseniz bu kitabı(seriyi) da sevme ihtimaliniz bir hayli yüksek bence.
Covenant en hafif tabirle geçinilmesi zor bir insan. Sanırım kendisini bencil, korkak, nankör, rezil bir adam olarak betimlemekte mümkün. Eğer kendisinin güçlü bir savaşçı olduğunu düşünüyorsanız durum tam olarak öyle de değil. Kendisi zayıf, güçsüz, hasta ve hastalığının izin verdiği ölçüde de zalim birisi. Kendisi aptal değil ama çok zeki olduğu da söylenemez.
Karakterimizin böyle şekillenmesinin sebebi diyebileceğimiz ya da onun neden böyle bir insan olduğunu anlamamıza yardım edebilecek bir durum var. Thomas Covenant bizim dünyamızda lepra denilen çoğunluğun ise cüzzam olarak bildiği hastalıktan muzdarip. Burda biraz duraklayıp cüzzam hakkında konuşmak gerekiyor sanırım. Çünkü yazarımızın da dediği gibi eğer bir kez bu hastalığa yakalanırsanız cüzzam sizin tek gerçekliğiniz olur ve hayatınızın sonuna kadar geriye kalan her şey ikinci plandadır. Karakteri anlayabilmek için bu hastalığı anlamak gerekiyor bence. Cüzzamı da sanırım en iyi anlatabilecek insanlardan birisi Stephen Donaldson bu sebeple kitaptan alıntı yapıyorum.
Cüzzam insanlığın tüm dertleri arasında en anlaşılmaz olanıdır. O bir sırdır tıpkı canlı ve cansız nesneler arasındaki ince ayrım gibi bir sır. Tabii ki hastalık hakkında bildiğimiz şeyler var ; ölümcül değildir, alışageldik türden bir bulaşıcılığı yoktur, çoğu zaman uzuvlardaki ve göz korneasındaki sinirleri yok ederek etkiler. Çoğunlukla sakatlıklar yaratır; çünkü bedenin hissederek ve acıya tepki vererek kendini koruma yetisini etkisizleştirir; bu ileride tümüyle sakatlıkla, yüzün, kolların ve bacakların biçiminin had safhada bozulmasıyla , körlükle sonuçlanabilir; ve geri dönüşü yoktur, çünkü ölmüş sinir hücreleri yenilenemez. Antibiyotik kullanımıyla gerçekleşen uygun bir tedavinin hastalığın yayılımını durdurabildiğini ve sinirlerdeki kötüye gidişin bir kez önüne geçildikten sonra uygun ilaç kullanımı ve tedaviyle hastanın kalan yaşamı boyunca hastalığı kontrol altında tutabildiğini biliyoruz. Bilmediğimiz şey ise belli kişilerin hastalığı neden ve nasıl kaptığı. Kanıtlayabildiğimiz kadarı ile, hiçbir neden olmadan bir anda ortaya çıkıyor. Ve bir kere bulaştı mı şifa bulmak için umutlanamazsınız.Hastaların çektiği inanılmaz acılar bir yana hastalığın bir de psikolojik yanı var ki sanırım hastalığın en çok korkulan illetlerden biri olmasının sebebi psikolojik etkileri. Cüzzamlı olmak demek toplumdan izole edimektir; aslında lanetlenmek demektir. Cüzzamlı hastalar uzun yıllar yaşayabilir ama hastalığın ilerlemesiyle birlikte artan sakatlıkları yüzünden çoğu zaman kendi kendilerine bakamazlar. Bu durum cüzzamlıların dışlanmışlıklarını daha çarpıcı hale getiriyor. Cüzzamlıların dışlamasının çeşitli nedenleri var tabi. İlk ve en çarpıcı olanı cüzzamlıların deforme olmuş vücutlarının çirkinlikleri ve vucutlarından yayılan dayanılmaz nahoş kokular. İkinci neden ise hastalığın sebebi ve de bulaşıcı olup olmadığının bilinmemesinin yarattığı o büyük gizem. İnsan bilmediği(anlayamadağı) şeyden korkar denilir ve cüzzam da bu duruma bir istisna değil ne yazık ki. Özellikle Ortaçağ'da hastalığın sebebinin ve tedavisinin bulunamayışından ötürü cüzzamın bir çeşit ceza olduğu inanışı oldukça yaygınmış. Tanrının gazabı, içimizdeki sapkınlığın dışa vurumu ve de ahlaki yozlaşma en popüler cüzzam nedenleri olarak biliniyormuş bu dönemde. Kesin olan ve ne yazık ki değişmeyen tek gerçek ise cüzzamlı olmanın çoğu zaman ölene kadar süren bir yalnızlığa mahkum olmak anlamına geldiği.
Kitaba ve karakterimize geri dönecek olursak Thomas Covenant bizim dünyamızda başarılı, evli, çocuklu bir yazardır. Bir gün elinde bir gariplik olduğunu farkedip hastaneye gider ve orda cüzzamlı olduğunu öğrenir. Daha sonra eşi onu terkeder, toplum tarafından dışlanır ve bir gün tam kendisine araba çarpacakken yere düşer ve uyandığında Diyar denilen ve bizim dünyamızdan olabildiğince farklı bir dünyada uyanır. Sonradan Diyar'ın ezeli düşmanı olduğunu öğreneceğimiz Lord Foul(Habis Efendi) kendisine bir çeşit şampiyon olduğunu ve Diyar'ın kaderini belirleyecek bir savaşta ölümüne dövüşmek zorunda kalacağını söyler. Sonrasında Diyar'ın efendilerine kendisinden bir mesaj iletmesi için İnançsız'ı gönderir ve olaylar gelişir.
Kapak yazısında da dendiği gibi her mantıklı insan gibi Thomas Covenant böyle bir durumun mümkün olmadığını düşünür ve kendisini bir rüyada olduğunu inandırır. Bu mekanın gerçek olduğuna inanmaz çünkü hastalığı mucizevi bir şekilde iyileşmiştir ve bunun imkansız olduğunu bildiğinden bir çeşit halüsinasyon gördüğünden neredeyse emindir. Rüyanın sonunu getirmenin tek yolunun rüyayı yaşamak olduğunu düşünür ve görevi kabul eder. Buradan sonra klasik bir epik fantazi tadında ilerliyor kitap. Thomas Covenant görevini yerine getirmeye çalışırken Diyar'ı boydan boya geçmek zorunda kalır, yeni müttefiklerle tanışıp, maceralar yaşar... Gerçi Thomas Covenant sayesinde bu kısımlar da alışılagelmişin oldukça dışında geçiyor. Diyar bir nevi inancın ve umudun vücut bulmuş hali ve Diyar'daki insanlar da barışçıl, dürüst, yardımsever insanlar. Bu topluluğun arasına İnançsız Thomas Covenant'ı saldığınız zaman okuması oldukça eğlendirici sahneler ortaya çıkıyor. Gerçi kitabı Covenant'ın gözünden takip ettiğimiz için kitabın genellikle depresif bir havası olduğunu belirtmekte fayda var.
Diyar hakkında biraz daha bahsedilmeyi hakeden bir kaç ayrıntı var.Yazarın yarattığı Diyar denilen dünya oldukça başarılı. Kitaptaki büyü sistemine gelince şimdilik ilginç diyeyim ama umut vadeden bir yapı var. Gerçi biraz daha ayrıntılı işlenseymiş daha güzel olabilirmiş sanki. İnşallah serinin devam kitaplarında biraz daha açar bu mevzuyu. Sonra Diyar'da yaşayan devler var. Bana biraz entleri hatırlattılar nedense ama kendilerini çok sevdim en azından Köpükizci isimli devi. Bir de kanbekçileri, Ra-erleri ve Ranyhynlar var tabi ama onları da siz okuyunca görürsünüz artık. Sadece şunu söyleyip geçeyim kanbekçilerine hayran olmamak çok zor.
Şöyle toparlayayım fazla uzadı sanki mesaj. Thomas Covenant'ı dolayısıyla Diyardaki Bela'yı ya çok seveceksiniz ya da nefret edeceksiniz arada kalmak biraz zor gibi. Ama şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirm ki kendisi türün yazılmış en gerçekçi karakterlerinden birisi. Kitap bir baş yapıt olmayabilir ama ortalamanın çok üzerinde bir eser bence. Vaktinizi ayırmaya değer olduğunu düşünüyorum en azından. Son olarak aşağıya kitaptan benim çok hoşuma giden iki pasaj koyuyorum belki ilginizi çeker. (spoiler içermez ama yine de spoiler kutucuğuna koyuyorum)
Köpükizci'nin sorusu onu düşüncelerin içinde gezinirken yakaladı. "Sen bir öykü anlatıcısı mısındır Thomas Covenant?"
Dalgınlıkla karşılık verdi Covenant. "Bir zamanlar öyleydim."
"Ve bıraktın öyle mi? Ah, üç sözcükle hüzünlü bir öykü. Anlatmış olabileceğin diğer tüm öyküler kadar hüzünlü bir öykü oldu bu. Ama öyküsüz bir yaşam tuzsuz bir denize benzer. Sen nasıl yaşıyorsun böyle?"
Covenant çenesini küpeştenin önüne dayadı ve kollarını kavuşturdu. Tekne hareket ettikçe, Andelain önünde bir gonca gibi açılmaya başladı; ancak Covenant aldırış etmedi, Andelain yerine pruvanın ötesindeki şikayet edip duran suya yoğunlaştı. Bilinçsizce yüzüğüne dokunarak yumruğunu sıktı.
"Yaşıyorum işte."
"Bir tane daha mı?" diye Köpükizci karşılık verdi. "Yalnız iki sözcükle ilkinden daha hüzünlü bir öykü. Daha fazla anlatma tek bir sözle ağlatacaksın beni."
"Dev benim... benim dostlara ihtiyacım var."
"Neden? hiç dostun olmadığını mı düşünüyorsun?"
Covenant, gözlerini kırpıştırdı ve Diyarda yaptığı her şeyi düşündü. "Saçmalama," dedi.
"O halde bizim gerçek olduğumuza inanıyorsun."
"Ne?" Covenant Dev'in sözlerinin anlamını bulmaya çalışıyor, ama zihni parmaksız eli gibi yetersiz kalıyordu.
"Seni bağışlama gücümüz olmadığını düşünüyorsun." diye açıkladı Köpükizci. "Seni düşler dışında kim seve seve bağışlayabilir ki?"
"Hayır" dedi İnançsız. "Düşler- onlar asla bağışlamaz."
Sonra yalımların ışığı kayboldu, Köpükizci'nin nazik yüzü kayboldu, uykuya daldı.