Usta İle Margarita
Mihail Afanesyeviç Bulgakov
_____
mit
Eğer birisi benden Üstat ile Margarita (benim okuduğum baskıda adı böyle geçiyor) için kitap arkası yazısı isteseydi yazacağım şey aynen şu olurdu: Tuhaf kurgunun zirvesinde bir eser.
Gerçekten… Tuhaf sözcüğü bile bu kitabı tanımlamakta feci derecede yetersiz kalıyor. Tuhaf ötesi diyesim geliyor üstat Sadık Yemni’nin sıklıkla kullandığı gibi ama o da kâfi değil. Tuhaf ötesinden de tuhaf, acayip bir kitap bu. Öyle ki söze nereden başlayacağımı bilemiyorum. Tam aklıma bir şey gelirken hemen arkasından bir başkası koşturuyor. Bu da iyi bir şey elbette, çünkü bol bol tartışılacak yönü var demektir.
Ben de Denaro Forbin gibi tam arada kaldım sevip sevmemek konusunda. Bazı kısımları çok güzeldi mesela. Kitabın başında Woland, Berlioz ve Evsiz arasında geçen tartışma, Woland’ın kehaneti ve sonrasında ayçiçeği yağıyla ilgili olaylar(!) kesinlikle çok güzeldi. Varyete’deki sıra dışı gösteri, Üstat’ın olaya karışması, ‘yanmayan el yazmaları’ (bunu okuduktan sonra Üstat’ın Bulgakov’un kendisi olduğundan kesinlikle emin oldum) da gayet enteresandı. Ve de kara kedi Behemot! Kitabı okuyan çoğu kişi gibi benim de favori karakterim o oldu. Çizmeli Kedi’nin (ona bile sataşıyor) karanlık bir versiyonu gibiydi adeta. Çok yetenekli olmasına rağmen bile bile yaptığı sakarlıklar, insanlara özgü hareket ve davranışlarıyla beni benden aldı bu sevimsiz tüy yumağı.
“Cadı neymiş öğren bakalım, öğren!” diye haykırdı sinirlenen Margarita. Aloiziy Mogariç’in yüzüne tırnaklarını geçirdi.
“Ne yapıyorsun?” diye haykırdı Üstat acıyla. “Margot, küçük düşürme kendini!”
“İtiraz ediyorum, küçük düşürücü bir şey yok burada,” diye bağırdı kedi.
Roman içinde roman tekniğini de başarılı bir şekilde uyguluyor roman (ilk örneklerinden biri yanılmıyorsam?) Doğruyu söylemek gerekirse Hegemon Pontius Pilatus ve Yeşua Ha-Notsri’nin (İbranice’de Nazarethli İsa anlamına geliyormuş) öyküsü beni ana hikayeden daha çok cezbetti, bu kısımları daha bir heves ve merakla okudum. Hz. İsa’nın Hristiyan inancının aksine Tanrı’nın oğlu olarak değil de sadece iyi bir insan olarak tanımlanması, kutsal kitaplarda yer alan İsa figürünün gerçeği yaratmadığının söylenmesi bir başka enteresan nokta oldu benim için. Bir ara göğe çekilip çekilmeyeceğini de merak ettim ama olmadı. On iki havariden Levi Matta (Matthew) ile onu 30 altına satan Yahuda’yı da farklı açılardan görmek de ilginçti. Dediğim gibi, bu kısımlar benim ilgimi daha çok çekti. (Bu arada Romalılar ne Hristiyan ne de Yahudi’ydi. Hazal’ın dediği gibi, Hz. İsa o zamanlar Hristiyanlığı yeni yeni yaymaya çalışıyordu zaten. Yahudileri de hiç sevmezdi Romalılar. Onların kendilerine has bir dini vardı. Caesar oyununu oynayanlar ya da Asteriks okuyanlar bilirler. Mesela Tanrıların Kralı Jüpiter, Denizlerin tanrısı Neptün, Yeraltı dünyasının kralı Plüton…)
“Adamın burada işi ne? O boğmamış ki çocuğu ormanda!” diyaloğu beni de en çok etkileyen sözlerden biri oldu. Sadece Rusya’nın değil bizim adalet sistemimize de tokat gibi bir eleştiri niteliğinde.
Bazı kısımları ise ağzımda acı bir tat bıraktı. Evet, Woland hakikaten de ‘her şeye kadir’ biri. Ekibi de öyle, ki oldukça sıra dışı olduklarını kabul etmek gerek. 500 küsur sayfa boyunca yapmadıkları şey, altından kalkamadıkları sorun yok. Sadece düşünmeleri, olmasını istemeleri bile olayların gidişatını değiştirebilmeleri için yeterli görünüyor. Peki ama neden? Bütün kitap boyunca kafamda yankılanan soru bu oldu: Neden? Şeytan neden Moskova’ya geldi? Sadece Moskova halkının değişip değişmediğini görmek için mi? Bunu küresinden de yapabilirdi pekala. Berlioz’u neden öldürdü? Ateist olduğu için veya sadece evinde kalmak istediği için olamaz. Varyete’deki o acayip gösteri neyin nesiydi? Sahte para ve kıyafet dağıtarak yazarın Moskova’nın elit kesimiyle dalga geçtiğini, dövize ve yabancı marka kıyafetlere olan tutkularını eleştirdiğini anlayabiliyorum lakin Woland ve tayfasının bundan nasıl bir fayda çıkaracağını anlayamıyorum. Sürekli şarkı söyleyen gösteri şubesi neyin nesiydi peki? Ya da sadece bir takım elbiseden ibaret olan adam? Berlioz’un Kiev’deki eniştesinin, büfecinin vs ziyaretleri? Tamam, hepsinin bir şekilde Bulgakov’un yaşadığı olaylara bir gönderme, bir eleştiri, bir taşlama olduğu belli ama ne Woland’ın ne de ekibinin bunlardan gözle görülür bir kârı var. Sadece eğlenmek ve ortalığı karıştırmak için yaptıklarına inanmak istemiyorum, şeytanın her zamanki gibi daha büyük bir planı olduğunu düşünmek istiyorum. Ancak o planı göremiyorum ve bu beni hayal kırıklığına uğratıyor. Bunun dışında Evsiz’in sokak sokak dolaşıp, nehre atlayıp sonra da restoranda olay çıkardığı kısım, Margarita’nın şehirden çıkıp ormanda dolaştığı kısımlar, Nikanor İvanoviç’in (döviz bulundurmaktan karakolu, sonra da tımarhaneyi boylayan adamın) rüyası, Yeşua’nın idamından önceki yolculuk ve bölüklerin dizilimi gibi kısımlarda ÇOK sıkıldım. Bu bölümler aşırı derecede uzatılmış ve gereksiz ayrıntılara boğulmuş gibi göründü gözüme. Bence…
Kitap bittikten sonra bazı araştırmalar yaptım ben de. Bulduğum bazı ilginç notları sizinle paylaşmak istiyorum:
Goethe’nin Faust adlı eserine bir sürü gönderme var kitapta. Mesela Woland’ın adı Faust’taki şeytanlardan birinin adından türetilmiş: Şövalye Voland. Woland’ın bastonunun kafası siyah bir kaniş şeklinde. Faust’ta şeytan ilk olarak siyah bir kaniş olarak görünüyormuş kahramana. Hatta Woland’ı Ivan’a çeşit çeşit sigara sunması, Brocken Dağı’nda dizini yaralayan cadı bile bu esere bir göndermeymiş.
Sadece bölüm adları ile verilen mesajlar varmış kitapta: Tanımadığınız kişilerle asla konuşmayın. Bu başlık Rusların yabancılarla asla ama asla konuşmamasına bir göndermeymiş mesela. Sizin de bildiğiniz gibi, bir dönem neredeyse tüm ülkeler Rusya’ya düşmandı. Bu yüzden sürekli ülkeye ajanlar gönderilirdi, hatta bu konu pek çok Amerikan filmine konu olmuştur. O yüzden yabancılara hep kuşkuyla bakılırmış o zamanlar. Ülkeye girmek için Woland’ın gösterdiği gibi özel izin belgelerine sahip olmaları gerektiği gibi sadece Metropol ya da Astroria adlı otellerden birinde kalabiliyorlarmış (Berlioz ilkinin adını anmıştı hatırlarsanız). Artık Rusya’ya giriş daha kolay ama bu tutum halkın üzerine yapışmış. Bugün bile Rusya’ya gidip yolda birine adres sorsanız sizinle konuşmayı reddedip arkalarını dönüyor ve sizi görmezden geliyorlarmış. İlginç…
Üstat ile Margarita’nın ne cennete ne de cehenneme gitmeleri Dante’nin ilahi komedyasına bir göndermeymiş. Ne cennete alınacak kadar iyi ne de cehenneme atılacak kadar kötü olanlar limboya, sonsuza dek aynı şekilde yaşayacakları bir yere gönderiliyormuş Dante’nin eserinde. Bizim ikilinin gittiği yer de burası işte.
Jazz müziğini de iki yerde eleştirdiği gözümden kaçmadı Bulgakov’un. Kitabın bazı kısımları eski, güzel günleri anma gibiydi zaten.
Margarita, iki yerden esinlenilmiş. Birincisi Alexander Dumas’nın (Üç Silahşörler) ‘Kraliçe Margot’ adlı kitabı (Sevmediği bir adamla evlenen ama başkasına aşık olan bir kadının hikayesi), ikincisi ise Bulgakov’a sürekli destek veren karısı.
Azazello ve Abaddonna isimleri Darksiders oyunlarından herhangi birini oynayana tanıdık gelecektir. Çünkü Azazello Azazel, Abadonna ise Abaddon (Destroyer) karakterlerinden esinlenerek tasarlanmış.
Hella‘nın bir vampir olduğunu zaten hepimiz anlamışıszdır. Onunla ilgili ilginç olan nokta son uçuşta görünmüyor olması. Bu durum Bulgakov’un eseri ölmeden önce tamamlayamamasına bağlanıyor.
Behemot, bildiğimiz koca canavar Behemot. Onu şakacı, dalgacı, konuşan bir kedi olarak kaleme almak gerçekten de takdire şayan bir hareket doğrusu.
Koroyev‘in giysileri Dostoyevski’nin Kazamarov Kardeşler adlı eserinde Ivan Kazamarov’u ziyaret eden şeytana göndermeymiş. Koro şefi olması ise Amadeus Hoffman adlı bir yazarın kitabına gönderme. Bu kitapta Kreisler adlı bir koro şefiyle Murr adlı bir kedinin maceraları anlatılıyormuş. Murr da tıpkı Behemot gibi özel bir kediymiş.
Bulgakov dindar bir insanmış. Üstat ile Margarita ise Rusların ateist tutumuna bir itiraz olarak ortaya çıkmış ilk başta. “Bezbojnik” (Tanrısız) adlı bir Rus dergisinde yazılan din karşıtı yazılara gösterdiği tepki günlüklerinde yer alıyormuş mesela. Ayrıca babası da bir din adamıymış. Kitapta kullanılan yer isimleri (mesela Patriarşiye Prudi parkı) de devrimden önceki eski, ortadoks kökenlerine uygun olarak kaleme alınmış. Hatırlarsanız Berlioz’un ve kitaptaki diğer yazarların ülke çıkarlarına uygun, sipariş üzerine edebiyat yapmalarını eleştirir Bulgakov. Buradaki “sipariş üzerine edebiyat,” ile kastedilen o dönemde yoğun olarak görülen devlet yanlısı ve din karşıtı ateist yazılar.
Son olarak Bulgakov’un hayatını anlatan bir dizi çarptı geçen gün gözüme: A Young Doctor’s Notebook. Yazarın yaşadığı zorlukları ve dönemin profilini hem genç hem de yaşlı Bulgakov’un gözünden sunuyor dizi. İlgilenenler bir göz atabilir.
Off! Amma yazmışım!? Dedim ya… Tam bir şeyden bahsederken başka bir şey geliyor insanın aklına. Bir şeyler daha vardı sanki ama neyse artık Tartışmaya değer, dolu dolu bir kitap seçmişiz. Mutluyum ^^ Katılan herkese teşekkürler.
Yazıyı forum bünyesinde okumak için tıklayın.
Leave a Reply