Okur Yorumları

elantrisElantris
Brandon Sanderson
_____
minrand

Kitap hakkında konuşmadan önce Elantris,Elantrian ve Shaod’un ne olduğundan bahsedeyim biraz.

Elantris’i basitçe tanrıların şehri olarak tanımlayabiliriz. Gücün, büyünün, güzelliğin, ışığın ,bilgeliğin, mucizelerin şehri. Şehri görecek kadar şanslı olan ziyaretçiler şehrin aklın ötesinde güzellikte şaheserlerle dolu olduğunu söyler. Elantrisi muhteşem yapan şehrin olağanüstü fiziksel güzelliğinden ziyade içinde yaşayan insanlardı, Elantrianlar. Elantrianlar şehrin kendisi gibi ışıl ışıl parlardı, konuştuğunuz kişiye göre ölümsüz, çok uzun yaşayan veya neredeyse ölümsüz olabilirlerdi. Çok üstün fiziksel özelliklerinin yanısıra, hızlı iyileşme ve üstün büyü yetenekleriyle kutsanmış bir halktı. Sıradan bir insanı çocuk-yetişkin, kadın-erkek veya zengin-fakir ayrımı yapmadan bir Elantrian’a dönüşmesine ise Shaod denirdi. Shaod’un ne zaman, kimi, neden etkilediği tam olarak bilinmese ve önceden kestirilemese bile Shaod’un etkilediği kişinin muazzam bir değişim geçirdiği kesindi.

Şimdi kitaba dönelim.

Bir gün bir şeyler oluyor(ne olduğu ve nasıl olduğu spoiler) ve tanrılar şehri Elantris lanetliler kasabasına dönüşüyor. Bu olaydan sonra bir zamanlar herkesin düşlerini süsleyen Elentrian olma ihtimali artık herkesin korkulu rüyası haline geliyor. Bu olay sonucunda yarı tanrı Elantrianlar bir çeşit zombiye dönüşüyorlar. Tam olarak yaşıyor olmamalarına rağmen ölü de değiller. Yemeğe ihtiyaçları olmamasına rağmen çoğunlukla dayanılmaz bir açlığın pençesindeler. Vücutları iyileşme özelliğini tamamen kaybetmiş durumda ve en ufak bir yara dahi dayanılmaz acılara sebep oluyor ve artık efsanevi Elantrian büyüsü işlemiyor. Elantris artık bir hayalet kasabaya dönmüş durumda ve Elantrianlar artık eskiden oldukları görkemli yaratıkların gölgesi bile değiller.

Kitap tam olarak yukarıda anlatılan olaydan 10 yıl sonra başlıyor. Bu süreç içerisinde eskiden Elantris hakimiyeti altında yaşayan Arelon halkı yeni bir devlet kurmaya, yeni bir ekonomik ve sosyal sistem oturtmaya ve bunları yaparken Fjerdon imparatorluğu tarafından işgal edilmemekle uğraşıyorlar. Kitapta hikayeyi 3 farklı kişinin gözünden takip ediyoruz. Prens Raoden(Arelon prensi), Prenses Sarene(Raedonla politik bir anlaşmayla evlenen Teod ülkesi prensesi) ve Harethen(kendisi shu-dereth dinine mensup yüksek mevkili bir din görevlisi). Bu anlatım tarzı olayları farklı açılardan görmemizi sağladığı ve çoğu zaman fantastik eserlerde ihmal edilen kötülerin(ne diyeceğimi bilemedim good vs evil daki evil olan taraf) olaya yaklaşımlarını da yansıttığı için kitap için bir artı bence.(benzeri anlatım tarzında olan bir diğer seri için bkz. buz ve ateşin şarkısı)

Kitap başlangıçta birbirinden bağımsız denebilecek olan 2 hikaye üzerinden ilerliyor. İlk hikaye Prens Raedon’un hikayesi,Shoad tarafından değişime uğradıktan sonra Elantris’e gönderilmesiyle başlıyor. Bu kısımda Raedon’un yaşamak için sebebi olmayan, kaosun ve çetelerin hüküm sürdüğü ve kaba kuvvetin en etkili güç olduğu bir toplumu değiştirme çabaları anlatılıyor. Aynı zamanda artık yok olan ve Elentrianların gücünün kaynağı olan AenDor denen büyü sistemini anlamaya ve artık neden işe yaramadığı sorusuna cevap aranıyor. Kitabın bu bölümlerinin özellikle ilgi çekici olduğunu belirtmemde fayda var. Çünkü burada büyünün kullanılmasından ziyade büyünün işleyişi, çalışma şekli, artık neden işlemediği, ve bu değişimin sebebini sorgulanıyor ve bu durum hikayeye farklı bir tat katıyor. Burada yazarı tebrik etmek gerekiyor şöyle ki gayet orjinal bir büyü sistemi(en azından ben benzer bir sistem bilmiyorum) tasarlamış ve bunu hikayenin içine ustaca serpiştirmiş. Büyü sistemi hakkında daha fazla konuşmak istesem de spoiler vermeden bunu yapmak zor bu sebeple daha fazlası için kitabı okumalısınız. Elantris’deki toplumsal hayata gelince bu kısımda Raedon’u ve onun yapmaya çalıştıklarını dikkatle izlemek gerekli. Temelde Raedon’un liderlik felsefesi şu; eğer insanlara bir amaç verip yaptıkları işe önem verirsen ne yapıyor olursa olsunlar mutlu olurlar. Herkes sahip olduğu yeteneklerle toplum ve kendisi için faydalı işler yapabilir. Ben şahsen fazla polyannavari bir sistem olduğunu düşünsem de Raoden’in bulaşıcı iyimserliğini ve görece küçük bir toplumda uygulandığını düşünürsek işe yaraması ihtimali olan bir sistem tabi. Ama ütopya olsa dahi yapmaya çalıştıkları ve yapma şekli gayet etkileyici.

Bahsettiğim ikinci hikaye ise tamamen farklı bir konu. Bu kısımda ise tamamen politika-din-ekonomi üçgeninde bir savaş ve mücadele söz konusu. Bu mücadelenin temelinde mezhep çatışması yer alıyor. Shu-keseg denen dinin vakti zamanında shu-korath ve shu-dereth isimli iki farklı mezhebe ayrılmasıyla mücadele başlıyor. Fjorden imparatorluğu(Shu-dereth dini hakim) tüm dünyaya shu-dereth öğretilerinin hüküm sürmesini istiyor. Bu sebeple Hrathen shu-korath dininin egemen olduğu son iki ülkeden biri olan Arelon’a(diğeri için bkz.Teod) halkı döndürmesi için gönderiliyor. Bu durumu engelleyebilmek için Raedon’la evlenmiş olan Sarena ise Raedon’un yokluğuna rağmen elinden gelen her şekilde Hrathen’le mücadele ediyor. Hikayenin bu kısmını ilginçleştiren ise Hrathen. Hrathen alışılmış kalıpların dışında bir din adamı imandan ziyade mantıkla hareket ediyor, görebileceğiniz en iyi diplomatlardan biri, iyi eğitimli bir savaşçı, ve inançlarına bağlı olsada onları sorgulamaktan çekinmeyen biri(bu özelliği onun için hem lutuf hem lanet sanırım). Tüm bunlara Sarena’nın liderlik yetenekleri ve olağanüstü zekası eklenince bu ikilinin mücadelesi bir satranç maçı havasında geçiyor. Bu kısımda bazen asillerle yönetimi ele geçirmek için ihtilal planları yaparken , bazen soylu leydilerle birlikte eskrim derslerine katılıyoruz. Bazen halkı döndürmek için vaazlar verip bazen de asilleri rüşvetle kendi tarafımıza çekmeye çalışıyoruz. Kitaptaki iki hikaye de gayet eğlenceli ve her ikisinin de okuyucuyu cezbeden kendine has tarafları var. Zaten kitabın sonuna doğru bu hikayeler birleşiyor ve kısa süre sonra kitap son buluyor.

Kitabın kötü yanlarına gelecek olursak, öncelikle bu kitap kısa. Şöyle ki yazarın anlatsa çok iyi olur dediğiniz çok fazla şey var. Açıklayayım, biz en basitinden savaşın asıl sebebini bilmiyoruz. İki mezhep var tamam da bunlar niye savaşıyor anlaşamadıkları konu ne? Shu-dereth inancında bir çeşit cihad anlayışı mı var yoksa Fjorden imparatorluğu saldırmak için dini mi kullanıyor? Fjorden imparatorluğu hakkında neredeyse hiç bilgi sahibi değiliz, dakhor ve rathbore(shu-dereth dininin manastırları) manastırlarının eğitim anlayışları, öğretileri hakkında hiç bilgi yok. Kitapta Duladel ve Jindo ülkelerinden biraz bahsedip hemen bırakmış halbuki çok ilgi çekici yerlerdi, bu ülkelerin kültürleri, insanları, hakkında çok az fikrimiz var. Özetle yazar genelde çok orjinal şeyler yakalayıp bunları anlatmıyor ayrıntı yok.(yaz 3-5 kitaplık bir seri, biz alışkınız zaten ayrıntılı ayrıntılı anlat Wink)

Zaten kitabın son kısmı çok enterasan, böyle güzel güzel okurken bir anda ne olduğunu şaşırdım. Şöyle söyleyeyim olaylar çok çok çok hızlı gelişiyor son 100 sayfadaki olaylardan 2 tane seri çıkaracak yazarlar vardır bence. Yabancıların deus ex machina(türkçesini bilmiyorum ekşi sözlükte daha çok dramalarda herşeyin düğümlendiği anda falan ortaya çıkıp herşeyi düzelten elemana(genelde tanrı) verilen isim denmiş) dedikleri olay tam olarak hayat buluyor bu kitapta. Kitabın son kısmı benim için biraz hayal kırıklığı oldu.

Karakterler; aslında bence yazar karakter yaratmada ve geliştirmede genel olarak başarılı hatta gayet eğlenceli yan karakterler de var kitapta. Ama Sarena karekterini yaratırken kantarın topuzunu kaçırmış biraz. Prenses 25 yaşında olan politik bir dahi, hayatları boyunca bir şekilde politikanın içinde olmuş yetenekli ve bilge leydileri-lordları 5 dakikada kendine hayran bırakabiliyor. Yaptığı hemem hemen herşeyin görünen ve görünmeyen iki farklı amacı var. Politik alanda dahi olmasının yanısıra, diğer konularda da oldukça zeki, kılıç ustası(eskrimde usta en azından), büyüleyici bir güzelliği var, yaratıcı, karizmatik, yetenekli bir oyuncu, doğuştan lider ama merak etmeyin yemek yapamıyor. Öyle sıradan bir prenses anlayacağınız Smiley. Her ne kadar güçlü kadın karakterleri desteklesem de Sarene bana fazla inandırıcı gelmedi. Raedon’un ne yazık ki Sarene’den fazla bir farkı yok. Zaten Sanderson’da bir yerlerde kitapta gördüğü en önemli iki eksiği “overly rushed ending and characterization of Sarene and Raoden(both were justa bit too super-heroish)” olarak belirtmiş.(Adam haklı Smiley)

Son Olarak şöyle söyleyeyim yazarın okuması çok kolay bir dili var hatta bazen fazla basit bir dil kullandığını da düşündüm ama belki çeviriyle alakalıdır. Ve kesinlikle orjinal fikirleri olan bir adam. Bunun yazdığı ilk kitap olduğunu da düşünürsek bence şans verilmesi gereken yazarlardan biri.

Yazıyı forum bünyesinde okumak için tıklayın.