Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Tenekeci

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6
31
Bence konu bulunmaz. Konu kendiliğinden gelir zaten, daha doğrusu konu diye bir şey yoktur. Konu sahnede oynanacak oyunu izleyene aktarmak için gereken kostüm, süs, dekordan başka bir şey değildir. O sahnede bir senaryo yoksa, dekor hiçbir anlam ifade etmez.

Bu nedenle konu diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bir fikir anlatmak istersiniz, bu fikrin ana hatları, zihnimizde oluşan sanal şekli üzerine konuyu mala ve harç ile resmen kaplarsınız.

Yani fikirsiz konu olmaz, olmamalıdır zaten. Olmuş, yaratılmışsa bile hissettirir kalitesizliğini ve suniliğini. Fikir yoksa, o konu boş lakırtıdan başka bir şey olmaz.

Hakeza fikir varsa, zaten konu aramak zorunda kalınmaz. Konu zaten kendiliğinden ortaya çıkar. Bir ev yapmaya niyetlenirsen, evin nasıl bir şekilde olması gerektiğini, kuracağın arsanın nasıl bir ev yapmaya müsait olduğunu da bilirsin. Atıyorum, makinelerin çok fazla kullanımının insanlığa zararını işleyecek bir insan konu aramakta sıkıntı çekmez zaten.

Kalıp mevcuttur. Önemli olan o kalıbı nasıl sıvayıp, nasıl renklendirip cazibeli bir hale getireceğiniz olacaktır. İyi bir yazar bu konuda sıkıntı çekmez zaten, çünkü safi yazma yeteneği gereklidir o noktadan sonra.

Ha... İlla bu soruya cevap istiyorsanız, vereceğim cevap şudur; Fikir bulun, fikir edinin, bir şeyler anlatmaya çalışın, insanlara bir fikri ifade etmeye çalışın. Belki, insanları uyarın, insanların çevresinde olan biten ama görmedikleri güzel ve zevkli şeylere ve bunun garipliğine dikkat çekin. Gibi gibi...

Fikir herkesin düşünce yapısına ve hayal gücüne göre değişir. Ancak tatminkar bir konunun ana unsuru, yegane unsuru fikirden geçer. Yazarın inandığı bir fikir.

32
Böyle abidik gubidik kitapları niye basıyorlar diye hayıflanıyordum, dün yayını dinleyince anladım. Ne ile karşılaşılacağı belli gerçi ama yine de ön yargıya kurban gitmeyelim.

Yazara başarılar dilerim.

33
Tartışma Platformu / Ynt: Kurguya Başlamak
« : 23 Temmuz 2015, 14:36:01 »
Kurgu bir ağaç gibidir. Sen toprağa tohumunu gömebilirsin ancak, dallarının nereden ayrılacağı, ne tarafa uzayacağı, bunlar hikayenin gidişatına bağlı olarak değişir, tıpkı ağacın toprağının, suyunun kalitesi gibi.

Bence sağlam bir kurgunun ana unsuru sağlam bir geçmiştir. Bir olay yazmaya başladığı zaman illaki "konu" vardır zaten ortada. Önemli olan bu konunun nasıl ortaya çıktığı, nasıl filiz verdiğidir. Yani geçmişidir. Geçmiş, geleceğe bırakılmış soru işaretleri, çözülmesi gereken sorular, veya gelecekte sorulacak olan soruların cevaplarını barındırabilir.

Bu nedenle önemlidir. Hikaye topraktan filizlendiği gibi yazım kısmı başlar, geçmiş kısmı biter. Buradan ana kol her zaman ilerlemeye devam ederken, kurgu içinde karakterlere özel yan hikayeler farklı dalları oluşturur. Söz konusu ağacın, yani hikayenin dolgun ve zengin görünmesi için bunlara gerek vardır. Ancak ana kol, ağacın gövdesi, yani ana hikaye her zaman belirgin ve ön plandadır.

Hikayeyi başından sonuna bu şekilde düşünmek ve sadece geçmişi tasarlamak bence iyi bir başlangıçtır. Karakter tasarlamak bana kalırsa hikayeyi yapay gösterir. Elbette karakter tasarlanabilir ama öncelikle hikaye tasarlanmalıdır derim. Karakter tasarlama, tıkanır kalırsın.

Yazın eserlerinin amacı bir mesaj vermek, bir şeyler anlatmaktır. Bu nedenle her şeyin özü, fikir ve o fikrin sahibi, kaynağı olmalıdır. Bir şehadet unsuru olmalıdır. Öyle bir unsur olmalıdır ki, başlangıcı ve bitişinin ortak noktaları olmalıdır.

Bana göre sağlam bir kurgunun olmazsa olmazları bunlardır. Hikayenin başı ve sonu tasarlanabilir ancak ortası ve karakterler tasarlanamaz özetle yani, hem sıkıntılara, hem de sınırlara sebep olur çünkü. Yazmasından da zevk alamazsın.

Kolay gelsin.

34
Feminizm; Kadının hak arama mücadelesi ise kabul görmesi gereken, kadının günümüzde çok fazla olduğu gibi pozitif ayrımcılık istediği bir düşünce sistemi ise kesinlikle reddedilmesi gereken bir düşüncedir.

Ayriyeten olay SCUM Manifestosu ve benzerleri gibi ileri seviyeye gidebiliyor... Kadınların haklarını tartışabildikleri* bir toplumda kadına yaklaşım ne kadar insanlık dışıysa, feminist topluluklar hak arama kısmında büyük bir yanlışa saparak bunu düşmanca ve en hafif tabiriyle marjinal ve absürt yollarla göstermeye başvuruyorlar. Haklı olan dava bir anda haksız, absürt, düşünsel altyapısı tamamen boşaltılmış, düşmanca bir tavra dönüşüyor. Yukarıdaki arkadaşların feminizme bakış açısı bundan dolayı bence hoş değildir, üstelik kadın haklarının var olmasının bir zararının ve yanlışlığının olmayacağını bilmelerine rağmen...

Çünkü ortodoks feminist akımdan insanların yazılarını okuduklarında kendilerinin birer böcek gibi görüldüğünü, o kadar olmasa da bu düşüncenin kendi haklarına bir takım müdahaleler ettiğini hissetmişlerdir. Ortodoks Feminizm bir tür faşizmdir çünkü. Tam tersi, erkeklerin uyguladığı isimsiz versiyonu da öyledir. Oluşturulması gereken şey toplumsal bir düzen iken, bu iki faşist hizip toplumsal bir kaosa yol açar.

Bir de, ana akım feminizm, yani benim tanımlamam ile "ortodoks" feminizm, düşünsel altyapısı zayıf olmasına rağmen uygulamaya önem veren bir yapıdır. Bu feminizmi ancak robotik bir yapıya sokar, kadın haklarının eşit bir seviyeye getirilmesi bazı parametrelerin yerine getirilmesi ile olacak iş değildir. Bunu topluma tebliğ ve kabul ettirebilmek için düşünsel bir altyapı gereklidir.

Bu uygulamalardan örnek vermek gerekirse, dilde kadınlar ile ezelden beridir kullanılagelmiş sözcüklere müdahale diyebilirim. Dil organik bir yapıdır ve kullanıldığı bölge halkının kültürel yapısı ve benzeri unsurlar ile kullanıldığı sürece gelişir. Hatta bu nedenle galat-ı meşhur ve benzeri kavramlar türetilmiş, yanlış kullanımlar bile dilin içindeki o organik yapıya karışıp gitmişlerdir. Bir toplumu A'dan Z'ye oluşturan tüm bireylerin hemen hemen tek ortak kullanım ürünü olan dile bu denli faşizan bir yaklaşımı kabul edemiyorum.

Bir öteki yaklaşım ise feminist ideolojinin Türkiye'de sol görüş ile çok fazla kesişmesi... Solculuk tek başına radikal bir görüş halindeyken, feminist ideolojinin var olduğu bir yerde solculuğa dair yaklaşımlar gösterirseniz toplumun diğer kesimini bu ideolojiden uzaklaştırmış olursunuz. Bunun en büyük örneği, sosyal paylaşım ağlarında gezerken bakındığım feminist gruplardır. İçinde sol materyal olmayan bir grup bile bulamadım. Sol veya sağ siyasette ben şahsen sola daha yakınım ancak Türkiye'de kendimi asla solcu olarak tanımlamam hem o kadar radikal olmadığım, hem de Türkiye'de sol görüşü savunanlara düşünsel olarak pek benzemediğim için, ancak feminizm bu kadar hizipleştirilen bir düşünce sistemi olmamalıdır.

Türbanlı ve açık kadınlara yaklaşımı aynı olan, ikisininde baş örtüsü takma ve takmama özgürlüğüne kendisi karar verecek zihne sahip olduğunu düşünen biri olarak feminizm düşüncesini savunan ana akım feminist sayfalarda, türbanın kadını esaret altında tutan, saygı duyulmaması gereken bir bez parçası olduğu yorumuna çok sık rastladım. Türbanın kadını sınırlayan bir unsur olduğunu ben kabul ediyorum, ancak bunu referans alırken kendi beynimi kullanıyorum. Kadının türban takabilme isteği ve özgürlüğü, bunu yaparken inancını dikkate alması neden kadın düşmanlığı ve baskı olarak adlandırılıyor anlamıyorum. İstiyorsa takabilir, bu da bir özgürlüktür. Ancak ana akım feminizm, bu kadınları bir köşeye ittiği gibi, kendi görüşlerini deklare ederek, "doğrusu bu", "kadın böyle olmalıdır" diyerek tek tipleşmeye götüren, faşizan bir tavır sergiliyor. Adeta kendi bindiği dalı kesiyor. İşte bu unsur, yukarıda bahsettiğim düşünsel manada içi boşluğu tam manasıyla gösteren unsurdur.

Bir diğer problem ise kadını her durumda kutsama problemidir. Buna yine internet ortamında şahit oluyorum. Neye benzediğini düşünüyorum ve kafamda sadece tek bir düşünce canlanıyor; Irkçılık...

Kadını her durumda kutsamak, erkeğe karşı cinayet işleyen kadınları övmek, yanlışlarına rağmen öne çıkartıp rol model olarak göstermektir. Tıpkı, ırkçılıkta olduğu gibi benim ırkım öldürmelidir, güçlüdür, gerçek ve yönetmek için yaratılmış, kendini geliştirmiş en vasıflı olanıdır gibi. İdeal bir birey, ölümlerin ve baskıların bitmesini savunur. Bunu da iki tarafın sağduyusuna ve akilane tavırlarına dayanılarak yapılacağını bilir. Ana akım feminizm maalesef bu gibi bir önceki cümlesini yalanlayan eylemler gerçekleştirebilir.

Yukarıda saydığım şeyler bana göre ana akım feminizmin saçma ve tutarsız yönleridir. Özet geçmek gerekirse;

-Feminizm siyasi ideolojilerin altında değil, siyasetten bağımsız bir hareket etmelidir.
-Feminizm, faşist ve ırkçı olmamalıdır.
-Uygulamaya yönelik değil düşünmeye yönelik olmalıdır. Feministler haklı olan görüşlerine rağmen, anlaşılması en zor gruplardan biridir. Hem de anlattıkları şey bu kadar basit olmasına rağmen. Düşünsel altyapısı çok zayıf olması buna yol açıyor.

Ana hatları ile bu şekilde. Aslında söylenecek o kadar çok şey var ki, çünkü tek bir manifestosu yok. İnsanların algılayabileceği bir düşünce yok. Eğer olsaydı sen feminizm hakkındaki görüşlerimizi pek merak etmezdin zaten. Bunu merak etmiş olmanın sebebi, herkesin zihninde farklı bir düşünce uyandırması. Kimisinde kadın hakları savunuculuğu, kimisinde kadınların toplumu ele geçirmesi çabası, kimisi erkek düşmanlığı, kimisi erkekleri yok etme çabası ve benzeri şekilde düşünür.

Bu nedenle artık ana akımın çöpe gitmesi, alternatif ve daha akılcı, daha açıklayıcı ve düşünsel olarak insanın zihninde bir şeyler uyandıran, güçlü bir ideoloji olarak, hiçbir siyasi görüşe sığınmadan ve hiçbir siyasi görüşü andırmadan geri dönmelidir.

Gerçi isyan eden, hak arayan veya aradığını sanan tüm ideolojilerde bir süre sonra köhnelik, geri kalmışlık, toplumsal kokuşmuşluk -bunları kötü manada demiyorum-  yaşanmaktadır. Çünkü toplumlarda sık sık farklı anomiler gerçekleştiği için, bu düşüncelerde isyan ettiği, hakkını aradığı şeylere çok sıkıca bağlandığı için hala o devirde yaşamaya devam ederler. Anomiye uğramış, zamanın ruhunda ilerlemiş dünyada kabak gibi sırıtırlar.

İşte bu gibi düşünceler aynı zamanda beyinlerde birer kalkan oluşturdukları için farklı görüşlere hem kapalıdır, eleştirilerin ve mantıksızları kabul etmeleri zordur. İşte tam bu nedenden dolayı zamanın ruhunun gerisinde kalmış, kendisinden sonra yaşanan anomileri kabullenememiş. Kısacası geri kalmıştır... Bu yok olması değil reformlarla yenilenmesi gerektiğine işarettir.

Ana akım bir feminist yukarıda saydığım -bana göre- mantıksızlıkları reddedecektir. Sebebi de bir üst paragrafta mevcuttur...

Biraz uzun tuttum ancak umarım ifade edebilmişimdir.

35
Giuseppe liman boyunca ilerledikçe kalabalığın giderek azaldığını görüyordu. Miçolar yorgun yüzlerle fıçıları, kasaları ve ağır malzemeleri kazıklarda sürüklüyor, batmakta olan güneşte kavrulan tenlerinden ter damlaları birer nehir kolu gibi akıyordu.

Juan'ın malumatının anlattığı pürüz derhal halledilmeliydi, açıkçası mürettebatın tutumunun bu şekilde olacağını hiç tahmin etmiyordu. Hangi aptal güvensiz bir yolculuğa çıkmak isterdi ki? Birinin şu taşkafalılara bunu anlatması gerekiyordu... Ortega adamları bir araya toplamış olmalıydı.

Kara Kumsal'ın güvertesine çıktığında Orteganın dediği gibi, suratı asık mürettebatı görmemek elde değildi. Uzun boylu ve güçlü görünen bir tanesi açık açık memnuniyetsizliğini belirtircesine ofluyor, bir diğeri elindeki halata gereğinden fazla hoyrat davranarak kendince bir mesaj veriyordu.

Giuseppe aptallığın bedelini hiddetle ödettireceğini belli edecek kadar sert ve güçlü bir şekilde güverte merdivenlerine çıktı. Herkes dikkat kesilmişti, kızgınlık metrelerce öteden seziliyordu ama bu kadar yakından bile Chavo kinin kokusunu alamıyordu. Chavo korkuluklardan güç alarak, "Bir gün herhangi biriniz kendi gemisine sahip olup, kaptan olabilir... Denizciler halat çekmeyi de, balık tutmayı da, savaşmayı da denizlerde öğrenir... Ancak kaptan karar alır, vazifesi halat çekmek, denizi gözetlemek değildir. Düşünmek ve karar almaktır. Eğer bir gün kendi geminize sahip olacağınızı düşünüyorsanız öncelikle kaptanınızın kararlarına saygılı olmayı öğrenin!" sesi bir anda fazla yükselmişti.

Sakinleşerek devam etti, "Kaptan olmak istiyorsanız alacağınız ilk ders saygıdır, disiplin bizi yok edecek fersahlarca denizde ayakta tutacak en önemli etkendir. Eğer ellerinizin sonsuza dek halat tutmamasını istiyorsanız, yaptıklarımdan bir şeyler öğrenmeye bakarsınız. Ancak beyninizin olmadığına inanıyor ve sonsuza dek halat çekme merakı taşıyorsanız, liman hala bir sürü Karavel dolu, isteyen şansını orada deneyebilir..." Herhangi biri, görüş bildirmeyen fakat konuşmanın devamını korkuyla merak eden ifadeler takınıyordu. Chavo'nun gözlerinin içine doğrudan bakan bir miço yoktu.

Chavo sakince devam ederek, "Doğuya açılan her geminin varillerce silah, erzak götürmesi, tüm tacirlerin her nedense(!) Karavel ve benzeri yavaş gemiler ile yola çıkmasının manası nedir sizce? Hanlarda dans eden kadınların kalçalarını incelemekten yorulduğunuz zamanlarda bunu sorguladınız mı?" Nefessizce, "Ders İki! Bilmediğiniz yere güvenliksiz gitmeyin... Cortez denizin karşısında belki de bu topraklardan daha büyük bir dünya olduğunu söylüyor. Uçsuz bucaksız ve ardında ne var belirsiz... Geminin son parasıyla kendimin ve değerli mürettebatımın canını koruyacak yatırımlar yapıyorum ve karşılığında minnet nidaları işiteceğime homurdanmalar duyuyorum!" Öfkesi ağzından harlanmış bir alevin dumanı gibi çıkarken ironik bir tarz takınması garip bir görüntüydü.

"Ders üç! İleride hala bir liman varsa, hatalar telafi edilebilir... Beyninizin içinde bunları düşünmeye yetecek kadar akıl yok mu evlatlarım? Kara Kumsal'ın hızı doğru rüzgarı yakalayınca Gece içinde yeterli olacaktır. İki gemi birbirine bağlı demir alacak, Kara Kumsal büyük ama hızlı bir gemi, Gece ise küçük bir gemi. Onu kendi tempomuzda tutmak zor olmayacaktır. Cabrassi limanına kadar daha düşünmek için çok zaman var, Emir Halim ile yaptığımız planın sekteye uğrayacağını zannetmiyorum. Hatta okyanusa açıldıkça kazanacağımız hız daha da artacaktır. Üstelik bir filinta ve bir kadırgaya sahip olmak hem hız, hem de güvenlik açısından bir karavele karşı büyük avantajlar sağlar. Daha geniş depolama ve taşıma avantajını konuşmaya gerek bile yok. Eğer oradan hazinelerle dönmek istiyorsanız saman beyinlerinizde bir sevinç duygusu oluşmalı..." diyerek söylevini bitirdi. Nefes nefeseydi ama bir şeyleri izah edebilmiş olmanın verdiği rahatlıkla üzerine bir hafifliğin çöktüğünü hissedebiliyordu. Açıkçası ikna edici olduğunu da düşünüyordu. Bir kaptanın, cahil denizci tayfayı kontrol edebilmekten başka ne işi olabilirdi ki denizde?

"Eğer benden bir şeyler öğrenmek istiyorsanız yolculuğa yarın başlıyoruz. Bu ilklerin yolculuğu," Parmağı ile okyanusu işaret ederek, "Karşıda ne var bilmiyorsunuz, bir kaptandan öğrenecek çok şeyiniz olduğunu düşünüyorum. Ha... Bu arada... Gece'yi aptal şakalarınıza konu ediyor olduğunuzu duymadım sanmayın, kalın kafalarınıza bir şeyler sokabildiğim umudunu taşıyarak şu an o geminin ismini Şafak olarak değiştirdim. Umuyorum ki anlattıklarım kalın kafalarınıza güneş gibi doğar..." Son sözü bu konudaki diyeceklerinin tamamının bu olduğunu hissiyatını bir şekilde veriyordu.

"Yarın yola çıkıyoruz, iyi dinlenin. Sonsuza kadar halat çekmeyi planlayan kalın kafalılar olarak kalacaksanız da..." duraksadı, "...bana görünmeden toz olup gidin, size yapacağım son iyilik bu olur. Eğer okyanusun ortasında homurdanmalar duyarsam, yemin olsun ki onu fıçıya kapatır okyanusa batırırım. Bunu kendi ellerimle yaparım, bilesiniz..." Kolunu havaya savurarak Ortega'yı yanına çağırır gibi yaptı ve kaptan köşküne girdi.

Ter alnında boncuk boncuk olmuştu ve boynuna doğru akmaya hazırlanıyor gibiydi. Bir hışım dirseği ile yüzünü silerek derin bir nefes aldı. Ahşap sandalyeye kurulduğunda sırıtarak "Artık bir problem kaldığını düşünmüyorum Ortega, ha?" dedi. Kendinden emin ve olduğundan daha heybetli görünüyordu.



 

36

Mercan, (kayıtlarda da duyabileceğiniz gibi) bir kez daha konuk olacak. Kayıp Rıhtım Tartışıyor #3'te de göreceğiz kendisini. Bir aksilik olmazsa tabii :D.


oooo... Kan oluk oluk akacak gibi.

37
Yaşlı adamın boş ve yorgun bakışlı koyu gözlerinden fiyatın ancak bu kadar olacağı anlaşılıyordu. Ancak Giuseppe'nin beklediği de bundan fazlası değildi. Üstelik yaşlı gemi ustası garip bir güven hissi yaratan, naif ve babacan bir adamdı. Giuseppe adamın elini samimiyetle sıktı, adil bir anlaşmaydı ve hemen ardından içi metelik dolu keseleri masaya bıraktı.

"Bu yolculuk bize çok şeye mâl olabilir, ya da çok şey kazandırabilir, günlerdir burada iş yapan tüm tersane ustaları bunun bilincinde ve tüm denizciler neredeyse ömründe yemedikleri tüm kazıkları bir anda yemiş durumdalar" dedi ve güldü "Ancak dönüşte minnettarlığımın karşılığını ödemek isterim, yardımın için sağ olasın" diyerek, tersaneden çıktı. Artık geriye kalan tek şey Ortega'nın şu işi bitirip, yola koyulmak için acele etmekti.

Tersanede yüklü miktarda para bıraktıktan sonra kalan 185 altının askeri harcamaya yeteceğini umuyordu Chavo, ancak bu Juan'ın becerilerine kalmıştı. Tersane yokuşundan, hanların olduğu bölgeye doğru yürürken Giuseppe şehri gözlemliyor, yeni topraklara yapılacak keşiflerden sonra diğer ulusların bu topraklarda artık edinilecek bir fayda olmadığını anladığında ne yapacaklarını merak ediyordu. Tek umudu, Hjotar'ın yobazlığını, Paendros'un garip ve çarpık adalet anlayışını, Einfergel'den doğan, her gün diğerlerine bir yenisi eklenen garip fikirlerden uzaklaşmaktı. Gözlemlerine göre Caballo eskisinden daha sakindi, bu saçma kavgaların yeni topraklara da taşınmamasını istiyordu.

Kısa bir yürüyüşten sonra, Ortega'yı yine bıraktığı yerde buldu. Keraklı kavruk tenli adam ise yoktu. Ortega uzaktan, başarı veya başarısızlığa dair herhangi bir emare göstermeden oturuyor, içkisini yudumluyor ve görünüşe göre Giuseppe'yi bekliyordu. Giuseppe yaklaşırken, o da servis yapan hancı yamakları, sarhoş olmak üzere dans eden ve anlamsızca yürüyen denizcilerin arasından Giuseppe'yi gözetlemeye başlamış ve rahat tavrını bozup, sırtını hafifçe dikleştirmişti.

Giuseppe yaklaşır yaklaşmaz konuya daldı, "Keraklılar ile olan işi hallettin mi?" dedi sabırsızca, hanın içinde kaybedilecek zamana acıyordu. Juan vazifeşinas ve gururlu bir tavırla, "Makul bir fiyata anlaştım, zaten Keraklılar denize açılmaya çoktan hevesli bir haldelerdi, özellikle Hjotarlılar ve diğerleri adamların üzerine çok fazla geliyor. Emir Halim'in yanına gittiğimde kendini zor tutuyordu ve benden bile şüphelendi. Efendi arayan bir işçi için fazla bir şüphe..." dedi Juan temkinli bir şekilde. Ancak Chavo, çocuğun gözlemlerine fazlaca güveniyordu, "Fakat adamda bir yanlışlık sezemedim, çevresinden gördüğü muamele karşısında soğukkanlı davranan akıllı bir adam olduğu anlaşılıyor" diye devam etti.

Giuseppe, sıkkınlıkla karışık bir iç çekme ile, "Bu işten en iyi Paendroslular anlar, disiplinli, sadık ve savaştan iyi anlarlar. Onlarla uzunca bir zaman beraber yaşadım. Ancak Keraklı meziyeti denen şey asla yok sayılamaz. Bu adamların köylüleri bile, sıradan bir Hjotarlı veya Einfergel vatandaşının yanında alim gibi kalır." dedi, öğüt vermek onun için düşünülerek yapılan bir şey değildi, herhalde bunun için doğmuş bile olabilirdi. "...eee, meselenin özüne gel oğlum. Ödeme şartları nedir?"

Juan muzipçe gülümseyerek ensesini kaşıyor ve takdir bekleyen bir pozisyona giriyordu. Bu Giuseppe'nin yüzünü güldürdü, belli ki çocuk başarılı bir anlaşma yapmıştı. Juan gururla, "150 altına Emir Halim ve adamları bizimledir, 300 altın peşinde ödeyebiliriz ancak bu kadar fazla altınımız olduğunu sanmıyorum. 150 altını kabul ettiler ve buradan derhal gitmek istiyorlar. Yeni dünyada elde edeceğimiz kazanç sonucu ise bir 150 altın daha ödeyeceğiz. Bence yeterince adil bir anlaşma olmaktan çok bizim lehimize bile denilebilir." dedi Juan şakacı bir şekilde gülerek.

Giuseppe, "Anlaşılan bu adamlara karşı da borçlandık. İyi iş yapmışsın aslanım, ilerde büyük bir denizci olacağını seziyorum. Ancak ben kaptan olduğum sürece, halat çekmeye devam edeceksin unutma" diyerek güldü.

Juan ciddiyetini sonunda toplayarak vazife bilir tavrına geri döndü, "Bu arada... Emir Halim ve adamları odalarına çekildiler. Artık yelken açmak için senin emrini bekliyoruz." dedi, belli ki bir cevap bekliyordu. Giuseppe cevabı ondan esirgemez gibi aniden lafa atılarak, "En kısa zamanda yola çıkıyoruz Juan, gemi işi de artık tamam, her şey hazır olduğu gün, rüzgarı yakalar yakalamaz ait olduğumuz yere gidiyoruz" dedi.

Yorucu ve yoğun bir gün olmuştu. Eğer ters giden bir durum olmazsa bu köhne topraklardan artık gitme zamanı gelmişti.

38
Belki de en güzeli yayınevi veya kitapçıyı da aradan çıkarıp eserin SAHİBİNDEN almaktır , böylece gariplerim belki gerçekten bir şey kazanırlar

Haklısınız...

Bildiğim kadarıyla bazı yazarlar sadece telif parası alıyorlar, çok büyük yazarlar ekstra para kazanıyor olabilir. Ellerine geçen miktar belli yani, böyle bir durumda kitabın yazarının emeğine duyulan saygının bir manası bile kalmıyor, daha çok endüstriyel firmaların, rabbena hep bana diyenlerin rant kapısından görünenler kalıyor.

Indie oyun piyasası bildiğimiz gibi son yıllarda patlama yaptı, belki Indie kitaplar peydah olur bir gün, her yazar kendi kitabını internetten satar. :D

Tabii burada yayınevlerinde çalışan insanlarda var, tüm yayınevlerini genellemiyorum, ancak ne kadar kan emici olanların var olduğuna hepsi benden daha çok şahittir zaten.

39
Haklısınız ve tek bir görüş, bilinç, yaratıcılık nerede gibi sorulara cevap verilemediğinden, yani tek bir paradigma olmadığı için bunu eleştirmenin de mümkün olduğunu sanmıyorum. Çünkü mutlak bir gerçeklik yok ortalıkta.

"Ufuk açma", "Ufkum açıldı", "O şarkı benim ufkumu açıyor" gibi kalıpları çok kullanırız. Bence yaratıcılığın temel kısmı burada. İnsanın fabrika ayarlarında yaratıcılık, yaratma güdüleri zaten var. Bundan dolayı yaratıcılık öğretilemez diyorum, ancak insanlara o yaratıcı potansiyellerini ortaya çıkarabilecekleri bir yol çizilebilir. Fakat bu okullarda olmaz, usta-çırak ilişkisi içerisinde büyük çabalarla olabilir. Tabii kimin ufku nerede açılır, kime ilham nerede gelir o belli olmaz. Kişiden kişiye değişir bu.

Yaratıcılık mevzusunun kati suretle fabrika ayarlarıyla geldiğini kabul ettiğime göre bunu nasıl efektif kullanacağımız konusuna gelirsek, sosyolojik parametreler giriyor bu sefer role. Bir insanın nasıl yetiştiği, nerede ve kimlerle yetiştiği, çocukluğunda neler yaptığı hatta ailesinin dini inanışı bile bunu etkileyen faktörlerdendir. Bu gibi etkenler yüzünden bir çocuk doğduğu günden beri çok zengin kültürel şartlarda yetişmiş, sanatçı kişiliğe sahip olmuş ve yaratıcı olabileceği gibi tersi şekilde kapalı ve kültürel olarak fakir bir ailede birey gelişmeye başladığı günden beri yaratıcı zekasını köreltebilir. Sanatçıların yine sanatçı olan çocukları buna örnek olabilir. (Örneğin: Münir Nurettin Selçuk ve oğlu Timur Selçuk)

Bölümlere herkesin girmesi konusunda söylediklerimden önce şunu belirteyim, zaten böyle bir eğitimin edebiyat bölümlerinde verilebileceğini, öyle bir kalitenin ve bu işe ilgi duyanların olmadığını belirtmiştim. Yazarlık atölyeleri gibi yerlerin "ufku açma" etkinliği açısından daha yararlı yerler olduğunu düşünüyorum.

Herkesin girememesi konusuna gelirsek, zaten eğitimi kalitesiz kılan unsur alakasız ve diploma için üniversiteye gelen insanlar ve o insanları almak için yapılan saçma sınavdır bence. Büyük ölçüde tabir-i caiz ise öğrenci enflasyonu var bu ülkede. Vasıfsız öğrenci yuvası, işsizler memleketi. Harcanan zaman, para, akıl gücü tamamen israf. ÖSS için "hayatınızı değiştirecek sınav" deniliyor, bari bu buz dağının ardında ne var, ondan bahsetsin sistem.

Sanat ve zanaat kökenli mesleklerin bölümlerine özel yetenek sınavı uygulaması bence en adaletlisidir. Tıp fakültesi, sağlık bilimleri, sosyal bilimler, iibf gibi fakültelere özel yetenek gereksiz olur fakat. Mühendislik, mimarlık, edebiyat(eğer kasıt öğretmenlik ve benzeri değilse), hakeza zaten yapılan güzel sanatlar fakültesi bölümleri gibi bölümlere özel yetenek sınavı daha iyi sonuç verecektir bence.

Lisede matematiği iyi diye bir öğrenciyi mühendislik fakültesine alınca günümüzde olduğu gibi ortalıkta on binlerce vasıfsız mühendis geziyor. Kimisi sekiz senede bitiriyor, kimisi bitiremiyor bile, yine zaman, akıl gücü, maddi güç kaybı korkunç. Onun yerine mühendisliği başarabilme konusunda liseyi yeni bitirmiş bir insanı yeterli seviyede matematik ve çizim bilgisiyle harmanlı bir özel yetenek sınavı ile test edip fakülteye alsalar bence daha iyi sonuç alabilirler. Edebiyat içinde aynısı geçerlidir diye düşünüyorum. Deneme, kompozisyon, kısa hikaye, uzun hikaye bile olabilir. Bunların sınırları ve nasıl olacağı eğitimciler tarafından daha kapsamlı belirlenebilir, ben basitçe fikrimi söyledim.

Özet geçmek gerekirse; Yazmanın, şarkı bestelemek gibi bir durum olduğunu, ritim duygusu, müzik kulağı gibi olguların her insanda zaten en başında var olduğunu fakat gelişmediğinde bir işe yaramayacağına benzediğini iddia ediyorum.

Mevcut ilk mesajımda belirttiğim gibi yazmak yeteneği var olan ve bunu keşfetmiş insanların eğitimden geçirilebileceğini, ancak daha çok kuramsal eğitime dayalı ve böyle bir yeteneği keşfetmiş olmayı bırakın, böyle bir şeyi düşünmeyen insanların olduğu bir kurumda bunun gerçekleşeceğine ihtimal dahi vermiyorum. Olsa da verimli olmaz. :)

Usta-çıkar ilişkisi olan, içinde sadece bu alanda eğitim gören, bu alana meraklı insanların olduğu yazarlık okullarının bu işe uygun olduğunu söylemiştim. Yani hem Mercan hanım ile, hem de sizinle buluştuğumuz ortak bir payda var. :)

Zaten edebiyat bölümlerine gerekli düzenlemeyi yapıp, sizinde şikayetçi olduğunuz eğitim kalitesizliğini ortadan kaldırıp, bu işe uygun hale getirince benim dediğim şekilde bir ortam oluşacaktır, o zaman tartışacak bir problemde kalmaz, ki konunun çıkış noktası zaten edebiyat bölümlerinin kalitesizliğine vurgu yapmak.

Benim görüşlerim bunlar. Ortak paydayı bulduğumuz noktalar bu tarz okulların var olmasının faydalı olacağı. Ayrıldığımız noktalar ise ben yaratıcılığın herkeste var olduğunu, ancak herkeste gelişmediği, siz ise öğrenilebileceğini iddia etmiş olmanız.

Ortak paydalara katılıyorum, ayrıldığımız noktalara saygı duyuyorum. :)

Günaydın,
İyi günler...

40
NES 7.0 - Yeni Dünya / Ynt: Yeni Dünya - RP Dışı
« : 01 Temmuz 2015, 22:20:56 »
Güzel başladık, rüzgarınız bol olsun ahali...

41
Juan'ın kayıtsız tavrı iki kumandanın da eşit seviyelerde kabul edilebilir olduğunu gösteriyordu. Ancak bu o kadar açık değildi, Hjotar halkı genelde sorunlu, kıt kafalı ve cahil bir halktı. Üstelik bunlar birer paralı askerdi! Bir Hjotar adamına bırakın denizi, karada bile güvenemezdi.

"İstedikleri kadar ünlü olabilirler, Hjotar'dan ve insanlarından uzak dur... Onların tek niteliği maraz çıkartmaktır" dedi ve Emir Halim'e döndü. Çöl ikliminin insanlarının tenleri kavruk olurdu, tabii çalışkan olanlarının. Güneş çalışanı kutsardı ancak, çalışkan insanları güçlü kılardı. Hjotar'ın aksine Kerak halkı bilgiye ve bilgi yolunda harcanan çabaya saygı gösterirlerdi. Bu adam ise kum fırtınalarından korunmak için boynuna doladığı tülbent ve geniş kıyafetiyle sıradan bir Keraklı gibi duruyordu.

Ancak düşündürücü bir şey vardı, Ortega'ya döndü, "O koca akademiyi gördüm oğlum... O akademide eğitim görmüş bir adam neden paralı asker olmayı tercih eder?" dedi ve bir an bekledi, "Maceraya atılmak için mi? Yoo, yoo bizim aradığımız şey macera değil biliyorsun. Ancak mecburen onunla karşılaşacağız" Juan, bu konuda karar alamayacak pozisyonda olmamanın tarafsızlığı ve rahatlığı ile elinden gelen bir şey olmadığını ifade eder gibi Chavo'ya bakıyordu.

"Neyse ne! Bir an evvel karar vermemiz lazım. Ancak karardan önemlisi, benim farklı bir işim var. Sadece mürettebat değil, filomuzda eksik..." konuları baştan aşağı zihninde allak bullak ettiğini fark etti, "Yani diyeceğim o ki, bu adam akademide eğitim aldıysa bize sadece subaylıkta değil, çoğu alanda faydalı olabilir, ancak madem bu adamın 'uygun' bir tip olduğuna karar verdin, burada onunla konuş, uygun dediğine göre işe alman zor olmayacaktır. Paralı asker, pazarlık işi senin işin... Şu an elimizin ne kadar dar olduğunu biliyorsun, ona planlarımızdan bahset ve amacımızın kan dökmek değil, zenginliği ve huzuru keşfetmek olduğunu anlat. Payını elbette kazanmaya başladığımızda alacak, onu buna ikna et, sonuçta -eğer başımıza bir şey gelmezse- hiçbir iş yapmadan para kazanacak. Ne kadar yetenekli bir miço olduğunu göster hadi!" dedi ve kahkahalarda sertçe Ortega'nın omzuna vurdu.

"Benim yapmam gereken ise tersaneye gitmek. Az evvel gördüğün gibi, büyük gemiler, büyük silahlarla yolculuğa başladılar. Demek ki Cortez'in bildiği bir şeyler var... Sadece Kara Kumsal ile yelken açmamız tehlikeli olacaktır. Umarım tersanede birilerini kafalayıp bu işi ucuza halledebilirim" Juan'ın omzuna bu defa yavaşça dokundu ve "Bol şans..." diyerek handan ayrıldı.

14.435 altını vardı. 5000 altın ile bir kadırga satın alabilirdi, ancak geriye kalan 9435 altına Kara Kumsal'a ek palavra yaptırmaya tersaneciyi ikna edebilecek miydi?

42
Tartışma Platformu / Ynt: E-kitap Ve Normal Kitap
« : 29 Haziran 2015, 00:12:54 »
İletişim bilimlerinde hipodermik iğne kavramı vardır, ekranlara bağımlı tutarak zihinlere verilen mesajlar ile hedef kitlede bir tutum oluşturma ve toplumsal güdüleri bu yolla kontrol etmeyi konu alır.

Sizin ekranlar hakkında gösterdiğiniz tutumu takdir ediyorum, çünkü haklısınız. Ekranlar artık insanların sembolik çevrelerini gizlice egemenlik altına alan araçlar olarak öne çıktılar. Artık her evde televizyon daima açık, akşamları çay içerken, yemek yerken veya boş zamanlarımızda televizyon hep açıktır.

Telefonlarımızdan gelen mesajlara açığız, twitter, facebook gibi sonsuz bir olumlu veya olumsuz, doğru veya yanlış bir bilgi kaynağına sahibiz. Bütün bunlar elbette ekrana karşı eleştirel bir yaklaşım yapmamızı sağlamalı, teknolojik determinizmin önüne geçmeliyiz.

Ancak konu e-kitap okuyucularına gelince, onu diğer "ekran"lar ile karıştırmamak lazım derim. Yararlı bakteri olarak görmek gerektiğini düşünüyorum, aletin tek özelliği kitap okutmak, ekranı kitap sayfasından farksız göstermek ve internete bağlanıyorsa(bağlanmayan bir sürü okuyucu var) ancak kitap alabilmek, sözlük kullanabilmek.

Bunların haricinde e-kitap okuyucu içindeki kitaplarla birlikte salt bir enformasyon kaynağıdır, kitaptan sosyolojik olarak somut, soyut hiçbir farkı yoktur. Yani insanlarda bir sihirli mermi etkisi yaratacak kontrolsüz bir mesaj alım kaynağı değildir, boş bir kağıt neyse odur, onun içine yükleyeceğiniz veriyi siz belirlersiniz.

Konu Orwell'den açılınca biraz sosyolojik yönüne değinmek istedim. Özet geçmek gerekirse, ekran bağımlılığı ile ilgili söylediklerinize sonuna kadar katılıyorum, basılı kitap okumanın ne kadar büyük bir zevk olduğuna ve her zaman kabul edilebilir bir tercih olarak kalacağına da saygı duyuyor ve katılıyorum. Ancak e-kitap okuyucunun da tercih edilmeme sebebinin farazi ve geçmiş günlerde edinilen alışkanlıkları referans alarak yapılan yorumların etkili olduğunu, e-kitap okuyucunun bir eksisinin veya zararının olmadığını iddia ediyorum.


43
Ben "yaratıcı yazarlık" gibi bir dersi pek uygun bulmuyorum, daha doğrusu varlığı bana saçma geliyor.

Yaratmak ve yaratıcılık bana kalırsa öncelikli olarak bir yetenektir, doğuştan gelir. Öğretilebilecek tek şey, imla ve dil bilgisi kuralları olabilir.

Benim fikrim daha kapsamlı... Bu gibi bölümlere özel yetenek ile öğrenci alımı yapılmalı, bölümün öğrencisi olduğun için en yakın şahidi sensindir zaten, gerekli gereksiz her türlü insan bölümle ilgisi ve alakası olmadığı halde oradalar ve sinerjiyi bozuyorlar.

Bu tarz bölümlere özel yetenek sınavı ile alım yapılırsa, eksik olan şeyler tamamlanır. Çünkü ilgisiz ve alakasız insanlar yüzünden kuramsal çalışmalara mecburen ağırlık veriliyor. Usta-Çırak ilişkisi yok hocalarla kimsenin arasında.

Kimsenin bölümünden yeterince faydalanamamasının sebebi de bu bence.

Aslında çok tehlikeli bir yorum yaptığımı fark ettim, yaratıcı yazarlık kavramını biraz açmak lazım. Ben ders alarak yazar olunabileceğini sanmıyorum. Fakat yabancı ülkelerde yazarlık atölyeleri var, belli bir yeteneği olan insanlar orada toplanıyor, daha üst seviye bir yazar ile yukarda bahsettiğim üstad-çırak ilişkisini yerleştiriyor ve gözlemliyor... Yazarın verdiği tek şey işini yaparken çıraklarına gözlemleme şansı vermek.

Eğer bu manada bir dersten bahsediliyorsa haklı olabilirsiniz. Ancak yazarlığın öğretileceğini sanmıyorum, hele yaratıcı olmak, asla ve asla öğretilecek bir şey değildir diye düşünüyorum.

44
Tartışma Platformu / Ynt: E-kitap Ve Normal Kitap
« : 27 Haziran 2015, 17:13:58 »
Elektronik Kitap'ı ne şekilde okuduğumuza bağlı...

Bu iş için yapılmış, kitap boyutunda, ekran aydınlatması olmayan yani bir kitap sayfası gibi görünen e-mürekkep teknolojili aygıtlar var. Bu aygıtlar ancak e-kitap okumaya ve satın almaya, not almaya veya sözlükte kelime aratmaya yarıyor.

Gerçeğe baktığımız zaman, normal bir kitaba göre epey avantajlı, normal kitap okurken bir türlü pozisyon alamayan ben sırt üstü, yüz üstü, yan yatarken bu aygıt ile rahat bir şekilde kitap okuyabiliyorum. Üstelik baktığım şey bir kitap sayfasından farksız bir madde. Sadece kağıt değil o kadar.

Bilgisayar ve telefonu bir zamanlar ben de denedim, hem göze, hem de beyne zararlı. Led, lcd ekranların ışığına fazla maruz kalmak hem melotonin salgılanmasını azaltır, bu insanın uyku düzenini bozar, moralini etkiler, strese daha çok maruz kalmasını sağlar. Belki çok oyun oynayanların ve benzeri ekrana dikkat kesilen kişilerin geceleri yaşadığı uyku sorunları bu şekilde açıklanabilir. Gözlere olan zararından bahsetmeye bile gerek yok.

Böyle bir durumda, e-readerların bir sayfadan farksız olması, yani e-mürekkep ile ekranın sayfa gibi görünmesi, binlerce kitap alabilmesi, hafif olması, e-okuyucu ile pozisyon almanın kolay olması ve en can alıcısı kağıt endüstrisinin en büyük hammaddesi ağaçlardır ve geri dönüşümü de, yetiştirilmesi de zordur. Dünya zaten günümüzde kağıt kıtlığına gebe veya hafiften bu evreye girmiş vaziyette. Basılı kitapların somut unsurlara giden maliyet yüzünden satıldığı fiyatlarda belli...

Bu nedenle kontrollü bir şekilde elektronik kitap teknolojisine geçmek yerinde olacaktır diye düşünüyorum.

45
Tartışma Platformu / Ynt: Wattpad İle İlgili Çalışma
« : 27 Haziran 2015, 02:37:18 »
Belki Kayıp Rıhtım'da bir ekip oluşturup, sanal bir yayın evi kurulabilir. İlk başta sadece e-kîtap satışı sonrasında da gerçek bir yayın evine dönüşebilir. Seçilen ki bunu sitedekilerin oylamasıyla da yapabiliriz kitaplar google booksta yayınlanabilir şimdi dediğiniz gibi, tanıtım kısmını çözmek içinde ne yapılacağı konuşulur.

Böyle bir oluşum vardı sanırsam, hatta bir mikro bilim kurgu öyküsü yarışması bile vardı diye hatırlıyorum, ancak ne kadar başarılılar tartışılır. Türkiye'de e-kitap gelişmiş bir alan değil, herkeste bir sayfa romantizmi var, sırf bu yüzden kağıt kokulu parfüm yapıp pazara bomba gibi düşesim var... :D

Google Kitaplar'da bu işi bağımsız olarak kişiler yapabilir fakat bir tüzel kişilik olarak yapmak bambaşka sorumluluklar gerektirir diye düşünüyorum, ayriyeten riskli bir iş, hiçbiri yüz binlere değil, yüzlere bile ulaşamayabilir.

Bir toplumun edebiyat çehresi yaşayan bir organizma gibidir, kendi kendine değişir, gelişim gösterir. Bence zamana bırakmak lazım.


EK:

Ancak şu olabilir, bir oluşum olur, bu oluşumun halkla ilişkiler ve tanıtım faaliyetleri yeterince düzgün yapılır ve belli bir edebiyat çevresinin tanıması sağlanır. Bu sitede olacak şey ise, bağımsız yazarların kitaplarının bedavaya indekslendiği bir site olur. Yani bağımsız yazarların seslerini duyurabildikleri bir ortam oluşturulmuş olur. Aynı zamanda bu oluşumu edebiyat çevresine ve insanlara düzgünce aktarınca herkesin dikkate aldığı, hatta basılı roman bile çıkarak potansiyeli olan insanların yayıncılar tarafından dikkate alındığı, edebiyatta yetenek avcılarının kol gezdiği bir yer haline getirilebilir.

Elbette bu yoğun, disiplinli çalışma gerektirir. Her önüne gelen roman, novella, novelette kadar uzun metni de indekslemeden evvel kontrol etmek ve belirli kalite kontrol standartlarından geçirmek gerekir. Bu şekilde bir "indie-edebiyat" bankası oluşturulabilir. İsteyen istediği kitabı indirip okur, yorum bile yapar.

Öncelikle bunları projelendirmek gerek. Özellikle tanıtım ve tutundurma ayağını...

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6