Kayıt Ol

Kaptanın Sandığı

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Kaptanın Sandığı
« : 24 Şubat 2011, 16:13:16 »


Uzun zaman önce Düşler Limanında bir handa duyduğum bir efsaneyi anlatacağım sizlere.

Hikayeyi duymamdan çok çok uzun yıllar önce sürekli olarak Düşler Limanında dolaşan bir Kaptan varmış. Bir korsan gemisinin kaptanıymış bu adam. Ve kafasını bir hazineye takmış. Sürekli olarak ondan bahsediyormuş. Onu bulduğunda yapacaklarından. Zenginlik hayalleri, kadınlar, güç, şöhret. Hepsini istiyormuş. Ama istediği öyle basit bir hazine değilmiş. Yıllarca sularda gezen bütün kaptanların uğruna hayatlarını harcadıkları ulaşması zor bir hazineymiş.

Bizim kaptan da bu uğurda canını verecekken Oogle denen bir şaman ona bir harita vermiş. Harita ona Kayıp Rıhtım adlı bir yeri gösteriyormuş. Kaptan artık yıllardır aradığı hazineyi bulacağından eminmiş. Oogle'a teşekkür olarak mürettebatından birini onun yanına çırak olarak bıraktıktan sonra yola koyulmuş. Çok uzun bir süre yol almış. O kadar uzun bir süre ki, tayfalardan bazıları bu yolculuğun o ana kadar yaptıkları bütün yolculukların toplamından daha uzun olduğunu söylemişlerdi.

Ama Kaptan'ın vazgeçmeye niyeti yokmuş. Zira zamanında dünyanın sonuna gidip geri gelmiş bu hazine için. Mutlaka bulacakmış.

Şiddetli bir fırtınanın içerisinden çıktıktan sonra yoğun bir sisin arkasında ışıklar görünmeye başlamış. Bulduğunu biliyormuş. Efsanevi Kayıp Rıhtım. Büyük bir heyecanla mürettabatına seslenmiş ve Rıhtım'a yanaşmışlar. Adamlarına gemide beklemelerini söylemiş. Çünkü hazineye tek başına sahip olmak istiyormuş. Sandığın kapağını açan ilk ve son kişi.

Fakat Kaptan sandığın kapağını açtığında çok şaşırmış. İçerisinde sadece on tane mücevher varmış. Tanrıların gözyaşlarından bile daha güzel görünüyorlarmış ama sadece on taneymiş. Ne altın, ne silah, ne başka bir şey.

Kaptan yakınında ki bir zümrüdü incelemek için eline almış. Taşa dokunduğunda birden zihninde bir hikaye belirmiş. O kadar heyecanlı ve o kadar güzelmiş ki o hikaye kaptan ağlamaya başlamış ve teker teker bütün taşların hikayelerini dinlemiş.

Tayfasına onu burada bırakmalarını, ölene kadar bu taşların hikayesini dinleyeceğini söylemiş. Fakat bir hafta geçtikten sonra taşların anlattıkları değişmiş. Bu sefer daha güzel ve daha iyi hikayeler fısıldamışlar Kaptanın zihnine.

Ve Kaptan ölene kadar her gün taşların ona anlattıklarını dinlemiş. Her hafta değişen hikayeleri birer birer hatim etmiş. Ve bir daha Kayıp Rıhtım'dan asla ayrılmamış.

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Kaptanın Sandığı
« Yanıtla #1 : 24 Şubat 2011, 16:41:03 »
Ve derler ki Kaptan Sandığı ilk açtığında, taşların ona anlattığı ilk hikayeler bunlarmış. Daha önce sandığı hiç kimse açmadığı için, zamanın başından beri birikmiş hikayelermiş bunlar. Rastgele seçmiş taşları dinlemek için. Zira hepsi zaten birbirinden güzelmiş.


Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Kaptanın Sandığı
« Yanıtla #2 : 03 Mart 2011, 18:22:00 »
Ve Kaptanın sandıktan rastgele çektiği 10 değerli taş ona şu hikayeleri anlattı;


Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Kaptanın Sandığı
« Yanıtla #3 : 15 Mart 2011, 22:55:49 »
Ve Kaptanın sandıktan rastgele çektiği 5 değerli taş ona şu hikayeleri anlattı; [*]Bundan böyle haftada beş hikaye seçilecektir.[/*]

Elerki - Dondurma

Kat koridorlarının lambaları yanmadığından, karanlığın el verdiğince hızla koştu ve merdivenlerden aşağıya, apartman kapısına indi çocuk. Dondurma satan bir minibüsün mahalle sokaklarını dolaştığı yaz akşamlarından biriydi. Sokak lambalarının güçsüz ışıklarının aydınlattığı �kısmen karanlık olan o saate rağmen sokaktaki birçok yaşıtı da kendisi gibi apartmanlarının önüne, aracın o melodik müziğinin yaklaşmasını beklemek için çıkmıştı.

Bir-iki dakika sonra minibüs onun bulunduğu apartmanın önünde durdu; üzerinde her farklı tadı temsilen bir renk bulunan gökkuşağı desenli beyaz bir dükkânın dört tekerli hali gibiydi. O renkler o kadar cezp ediciydi ki bazı çocuklar için� Ama onun için değil...

Herr Mannelig - Kolej Hicviyesi

Mektebi tenkit etmek asıl rızamdır
Ki burada her mevsim bize hazandır

Bir mektep ki diyar-ı İslam içinde
Sanarsın ki Garp-ül mektep-i azamdır...


Doğduğum yerin yüz kilometre yarıçapında ölmek istemiyorum. Ama başıma gelecek olan büyük ihtimalle bu. "İşte o. Burada doğdu ve burada öldü. İyi bir adamdı." Derler belki arkamdan. Ama gene de bu tür şeyleri düşünmek için fazla gencim belki de. Biraz daha dünyevi şeyleri dert edinmeliyim kendime. Geleceğimi falan planlamalıyım. Tanıdıklarıma en iyi arkadaşımmış gibi davranıp arkalarından konuşmalıyım. Yada Hank gibi sonsuz amcık denizinde boğulmalıyım...

Lucian - Tanrı Olmak

Belki de sadece sevgiye muhtaçtır Tanrı. Hep yalnız kalmış ve herkes  ondan korkmuş ve tapmış. İstediği şey bu mudur sizce? Tapılmak? Bence sadece sevilmek isteyen bir varlık. Bizi yaratmış ne büyük bir şey öyle değil mi? Ama biz de onu yaratmışız bence bu daha büyük bir güç. Bir kişi kalana dek kimse ona inanmazsa varlığını nasıl sürdürebilir ki? Hepimizi öldürüp cehenneme gönderip yakarak mı?

Bardes - Ninni [*]Kısa bir yazı olduğu için önizleme koyulmamıştır.[/*]

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Kaptanın Sandığı
« Yanıtla #4 : 27 Mayıs 2011, 14:10:16 »
Ve Kaptan sandığına dördüncü kez gitti. Sandıktan rastgele çektiği 5 değerli taş ona şu hikayeleri anlattı;[/b]

Black Helen - Raks


Cilalı, pahalı parkelerin üzerinde, sonsuz bir coşku ile raks eden ayakkabıların takırtıları bile, sahnede neş’e ile şarkı söyleyen Seyyan Hanım’ın billur sesini bastıramıyordu. Nameleri Büyük Sosyete Salonu’nu dolduruyor, Cumhuriyet’in ilk döneminin verdiği rahtlığı taşıyan şen ve havai insanları raks sevdasına boğuyordu.


“Gel artık gönlüme güzel inci. Dinlesin yıldızlar sevincini…”


Nihbrin - Neden?



“Neden? “ olur bazen yöneltilen soru. Havanın ne kadar güzel olduğunun öne sürülmesi veya şu önceki günün güzel göğünün altında yürürken ilaçlarını içmeyi unuttuğunun hatırlatılması gibi rahatsız bir soruydu. Gereksizdi ve cevap vermeyecekti. Aksini her kim savunursa savunsun kimse konuşmasa ve haksızlıklarını onlara izah etmese dahi güneşin ekinoksta dönmeyi reddetmeyeceği gibi, gerçek değişmezdi. Sesleri birleştirerek bir cümle kurma eylemi, güzel günlerin hiç gelmeyeceğini bildiğini sanan karamsarların tepelerindeki kargalarının kanatlarından dökülen bitler kadar zaruretsizdi.


SoulSucker - Azat



Piyanoyu çalmaya başladığı ilk saniyelerde notaları bir kadının vücudundaki kıvrımlar misali dalgalandırarak büsbütün yeni bir ruh haliyle canlandıran ve odanın karanlık duvarları arasında kederle yankı bulmasına yol açan zarif, sevecen parmakları tuşların üzerinden kayıp gitmekteydi sadece. Şehvet, tutku, ve ihtirasla yeniden anlam bulan sahnelerin bezediği hatıralar zihnine üşüşür olunca daha bir hiddetle inmeye başladı elleri piyanonun tuşlarına. İhanetle sarsılan kör yeminler eşliğindeki intikam arzusu ve aynı anda kalbinde yer eden vicdani azabı hissetmek yetmişti çünkü, taze yaralarının yeniden alev almasına.


Amras Ringeril - Bırak Uçsun Fare



İşte buradayım.
Hayır, anteni düzeltmek için çıkmadım. Hayır, çocuklarım da yok. Aslında eskiden beslediğim bir farem vardı. Hamster falan değil. Sadece Sartre'ın parmak uçlarını kemiren bir ev faresi, şehir faresi. Sıçanlar aslında yabani hayvanlardır. Ancak yabani dünyada kemirecek bir şey bulamayınca duvarların arasına sıkışıveriyorlar. Dikkatli bakmadıkça bu pis şeyleri görmezsiniz. Duvardaki çatlağı fark etmek için yaklaşmanız gerek. Ondan sonra hayat çok daha güzel oluyor ve benim gibi çatıya çıkıyorsunuz.


Black Helen - Hepimiz Uyuyalım


Sene 1993. Yer Bosna Hersek. Beş günde sekiz bini aşkın kadın, çocuk kısacası sivil öldürüldü. Biz ne yaptık? İzledik. Hem de canlı olarak. Her anı, her kareyi sadece söz oyunlarının ardına saklanarak izledik. Televizyonun dili olsa utançtan çığlıklar atacağı, vicdanı kan sızdıran o görüntüleri elimizde çekirdeklerle takip ettik. Ve eğer bugün siz hala insanların duygusuzluğunu eleştiriyorsanız, üzgünüm efendim ama kendinize başka bir evren bulmanız gerekir. Çünkü bizim evrenimizde “Ölenle ölünmez gari!”