Ve Kaptan sandığına dördüncü kez gitti. Sandıktan rastgele çektiği 5 değerli taş ona şu hikayeleri anlattı;[/b]
Black Helen - RaksCilalı, pahalı parkelerin üzerinde, sonsuz bir coşku ile raks eden ayakkabıların takırtıları bile, sahnede neş’e ile şarkı söyleyen Seyyan Hanım’ın billur sesini bastıramıyordu. Nameleri Büyük Sosyete Salonu’nu dolduruyor, Cumhuriyet’in ilk döneminin verdiği rahtlığı taşıyan şen ve havai insanları raks sevdasına boğuyordu.
“Gel artık gönlüme güzel inci. Dinlesin yıldızlar sevincini…”
“Neden? “ olur bazen yöneltilen soru. Havanın ne kadar güzel olduğunun öne sürülmesi veya şu önceki günün güzel göğünün altında yürürken ilaçlarını içmeyi unuttuğunun hatırlatılması gibi rahatsız bir soruydu. Gereksizdi ve cevap vermeyecekti. Aksini her kim savunursa savunsun kimse konuşmasa ve haksızlıklarını onlara izah etmese dahi güneşin ekinoksta dönmeyi reddetmeyeceği gibi, gerçek değişmezdi. Sesleri birleştirerek bir cümle kurma eylemi, güzel günlerin hiç gelmeyeceğini bildiğini sanan karamsarların tepelerindeki kargalarının kanatlarından dökülen bitler kadar zaruretsizdi.
Piyanoyu çalmaya başladığı ilk saniyelerde notaları bir kadının vücudundaki kıvrımlar misali dalgalandırarak büsbütün yeni bir ruh haliyle canlandıran ve odanın karanlık duvarları arasında kederle yankı bulmasına yol açan zarif, sevecen parmakları tuşların üzerinden kayıp gitmekteydi sadece. Şehvet, tutku, ve ihtirasla yeniden anlam bulan sahnelerin bezediği hatıralar zihnine üşüşür olunca daha bir hiddetle inmeye başladı elleri piyanonun tuşlarına. İhanetle sarsılan kör yeminler eşliğindeki intikam arzusu ve aynı anda kalbinde yer eden vicdani azabı hissetmek yetmişti çünkü, taze yaralarının yeniden alev almasına.
İşte buradayım.
Hayır, anteni düzeltmek için çıkmadım. Hayır, çocuklarım da yok. Aslında eskiden beslediğim bir farem vardı. Hamster falan değil. Sadece Sartre'ın parmak uçlarını kemiren bir ev faresi, şehir faresi. Sıçanlar aslında yabani hayvanlardır. Ancak yabani dünyada kemirecek bir şey bulamayınca duvarların arasına sıkışıveriyorlar. Dikkatli bakmadıkça bu pis şeyleri görmezsiniz. Duvardaki çatlağı fark etmek için yaklaşmanız gerek. Ondan sonra hayat çok daha güzel oluyor ve benim gibi çatıya çıkıyorsunuz.
Sene 1993. Yer Bosna Hersek. Beş günde sekiz bini aşkın kadın, çocuk kısacası sivil öldürüldü. Biz ne yaptık? İzledik. Hem de canlı olarak. Her anı, her kareyi sadece söz oyunlarının ardına saklanarak izledik. Televizyonun dili olsa utançtan çığlıklar atacağı, vicdanı kan sızdıran o görüntüleri elimizde çekirdeklerle takip ettik. Ve eğer bugün siz hala insanların duygusuzluğunu eleştiriyorsanız, üzgünüm efendim ama kendinize başka bir evren bulmanız gerekir. Çünkü bizim evrenimizde “Ölenle ölünmez gari!”