Bir
Tahir, koyu kahvesini fotokopi makinesinin yanına koydu ve çoğaltacağı kâğıtları makineye yerleştirdi. Makine oldukça eski ve yavaştı. Her bir kopya için dakikalar harcıyor, bazen kâğıtları kapağa sıkıştırıyor ve genellikle yüksek ses çıkarıyordu. Çok uzun zamandır bu masadan kaldırılmadığı göz önüne alınırsa bu gayet başarılı bir makine kabul edilebilirdi.
Makine kendi işini yaparken Tahir de sırtını makineye dayayıp kahvesini yudumlamaya başladı. Birkaç iş arkadaşını selamladı, yeniden kahvesini yudumladı ve birkaç arkadaşını daha selamladı.
Tahir bir silah fabrikasının “üst” katlarında çalışıyordu. Yani masa başı çalışan, sabah sekizde ofise gelip akşam beşte televizyonlarına gömülmek üzere evlerine giden, eline silah bile sürmemiş takım elbiselilerle birlikte. Buna rağmen o küçüklüğünden beri tüfek ve tabancalarla büyümüştü. Babası ve annesi askerdiler, iç savaşta iki çapulcu tarafından öldürülmüş olsalar bile normal şartlar altında oldukça yetenekli insanlardı.
O da asker olmak istemişti fakat iç savaşta ailesini kaybedince askeriyeden uzaklaşmak zorunda hissetmişti kendini. Buna rağmen uzaklaşabildiği en uzak nokta gizli ve önemli bir silah şirketiydi.
Babası ve annesi ona genelde zamanlarının tüfeklerini öğretmişlerdi ancak artık o silahlardan bulunamıyordu. Devrilen hükümetin yerine gelenler, ne kadar iç savaşı kazanan onlar da olsa, “kaybedilen iç savaş”ın suçunu o silahlara atmışlardı. Askeriye ve cephaneler yenilenmişti. Ve yeni sistem için silah şirketleri kurulmuştu. Tahir’in çalıştığı şirketlerden biri de buydu.
Tahir uzun yıllardır bu işe emek vermiş de olsa, pek yükselememişti. Büyük toplantılara katılma yetkisi bulunmuyordu ve bilgilerini patronunun imzalayacağı belgelerdeki yazıları okuyarak öğreniyordu. Şu anda yaptığı işte müdürün belgelerini hazırlamaktı. Bu yüzden katil fotokopi makinesinin yanında durmaya mahkûm edilmişti.
Makine durdu ve normalden daha yüksek bir ses çıkarttı. Bunun üzerine kattaki tüm gözler Tahir ve makineye döndü. Biraz utanmış olan Tahir kimseye bakmadan makineye döndü. Makine orada usul usul otursa da, katil fotokopi makinesi teorisi çıkardığı bu korkunç sesle daha da güçlenmişti.
Kâğıtları makinenin kapağını kaldırarak rahatça aldı ve asansöre doğru yürümeye başladı. Sol elinde kâğıtlar vardı ve sağ elindeki kahveyi asansör kapısının yanına koyulmuş geniş siyah çöp kutusunu attı. Asansörün kapısı sessizce açıldığında Tahir arkasını dönüp fotokopi makinesine doğru bakarak asansörü işaret etti ve tekrar önüne dönerek asansöre bindi. Boş asansörün sol tarafındaki düğmelerin kırk dördüncüsüne bastı. O ise okuz ikinci katta çalışıyordu. Bu katın amiriydi. Kırkıncı kata kadar olanlar genelde Tahir gibi orta dereceleri çalışanlar, kırkıncı kat ve üstündekiler büyük toplantılara katılma hakkına sahip olan yöneticilerdi. Yirminci kattan aşağıdakiler ise genelde işçi kısmı oluyordu.
Asansör otuz dokuzuncu katta durdu ve içeri bir saçları dökülmeye yüz tutmuş, yüzü çizgilerle dolu yaşlı bir adam girdi. Tahir’e gülümseyen adam şirketin Ekonomi dairesinden Vakar’dı. Vakar kırk beş tuşuna bastı.
Tahir, adamın kırk beşinci katta ne yapacağını merak etti. Kırk beşinci katta Büyük Patron vardı. Oraya gidenler genelde üst düzey insanlar olurdu.
Merakına yenik düştü ve Vakar’a dönüp içten olmaya çalışarak “Kırk beşinci katta ne işin var?” dedi ve gülümsedi.
Adam sırıttı. “Bilmiyorum. Patronlar beni çağırmış.” Sustu. Etrafına baktı ve dinlenilmediğinden emin olmak ister gibi gözleriyle etrafı taradı. “Terfi alabileceğimi umuyorum.”
“Ah,” dedi Tahir. Bu pek görülebilen bir şey değildi. Hele ki Vakar’ın yaşındaki birinin terfi alması… “Senin adına sevindim. Umarım istediğin olur,” dedi ve kırk dördüncü katta durup kapısı açılmış olan asansör yüzünden adamın teşekkür cevabına sadece kafasını sallayarak cevap vermek zorunda kaldı.
Kırk dördüncü kat dört bölümden oluşuyordu. Bunlar koridor, sekreter yardımcısının odası, sekreterin odası ve şirket müdürünün odasıydı. Sekreter yardımcısının odası bir balıkçı teknesinden biraz daha büyüktü. Bu katın gösterişine tam bir tezat oluşturuyordu. Sekreterin odası ise sekreter yardımcısının odasından çok daha büyüktü. Yine de hiç biri müdürün odasıyla karşılaştırılamazdı. O oda neredeyse katın yarısını kaplıyordu.
Buna rağmen sırasıyla bu odalara girmeden müdür odasına ulaşamazdınız. Öncelikle yardımcının odasından Sekreter Odasının giriş kartını alıp, sekreter odasından da müdürün odasına geçiş sağlanırdı. Kartsız bir girişte ise bedeniniz kapı tarafından eritilirdi. Ülkenin bu karın ağrılı zamanlarında doğrulabilmesi için en önemli adımlardan olan silah endüstrisinin yöneticilerine tam koruma sağlanması gerekiyordu.
Tahir koridor boyunca yürüdü ve sağ ve soluna asılmış tablolara bakmadan sekreter yardımcısının odasına odaklandı. Kapının üstünde kırmızı kartal işlemeleriyle süslenmiş tabelada “sekreter yardımcısı, Mocghard” yazıyordu. Mocghard’ın içeri girmesini söyleyen sesi tabelanın altına yerleştirilmiş olduğunu düşündüğü küçük hoparlörden duyuldu ve Tahir içeri girdi.
Mocghard iri bir adamdı. Oturduğu küçük masadan daha büyük olduğu söylenebilirdi. Neredeyse keldi, burnunun altında mavi, ince bir bıyık vardı. Gür kaşlarının altındaki gri gözlerinin etrafı kalın ve mor çizgilerle kaplanmıştı. Tahir içeri girdiğinde bin bir zorlukla oturduğu belli olan masadan biraz toparlandı ve ağzındaki kalmış birkaç sararmış dişi ona gösterdi.
“Ne istiyorsun?” dedi.
Tahir gözlerini devirdi ve masanın önüne kadar yürüdü. Bu adamla uğraşmak pek hoş olmuyordu ve Müdür de işlerin geciktirilmesinden pek hoşlanmazdı. “Sekreter odasına giriş kartı istiyorum, müsaadenizle.”
Adam egosunu tatmin etmekten hoşlanırdı. Bunu da en iyi, aslında statü olarak kendinden üstün olup, ona işi düşmüş insanları kendisine yalvartarak yapardı. Sırıtışı daha da genişledi ve tüm yüzünü kapladı. O da Tahir’le daha fazla uğraşmak istemiyor olmalıydı ki parmağını masanın üzerindeki ince tuşa koydu. Kayma sesi duyuldu ve ardından masanın altından bir çekmece çıktığına dair bir ses duyuldu. Çekmeceden üstünde Tahir’in isminin yazdığı metal ve parlak kartı aldı ve Tahir’in önüne attı. Yere düşen kartı almak için eğilen Tahir kalktığında adamın sırıtışının kulaklarına kadar uzadığını gördü. Bu onu iğrendiriyordu ama yapmak zorundaydı. “Teşekkür ederim,” dedi ve onun da cevabını beklemeden odadan dışarı çıktı. Bunu yaptığında odanın ne kadar basık ve boğucu bir havası olduğunu fark etti ve derin bir nefes aldı. Ardından sekreterin odasına doğru yürümeye başladı.
Sekreter odası ile onun yardımcısının odasının arasında sadece üzerinde hiçbir resim bulunmayan simsiyah bir kahve makinesi bulunuyordu. Kahve makinesini geçti ve geniş metal kapıya yöneldi. Kapının açma kolu ya da bu işi yapacak başka bir şeyi bulunmuyordu ve kapının açılmasının tek yolu tam ortasındaki ince ve zar zor fark edilen deliğe kartı yerleştirmekti. Eğer müdüre ulaşmak için bu kadar güvenlik geçmek gerekiyorsa, Büyük Patronun odasındaki ejderhanın büyüklüğü ne kadardır diye düşündü.
Kapıya kartı taktığında “klik!” diye bir ses geldi ve ağır kapı hızla arkaya kadar savruldu. İçerisi yardımcının odasına göre çok daha ferahtı. Giriş eşiğinin hemen üstünde bir klima bulunuyordu ve Tahir içeri girdiğinde tüm vücudunu dışarıdaki boğukluktan kurtaran bir soğuk hava dalgası kapladı.
Odada üç kurşun işlemez pencere, bir kapı –müdür odasına geçilen kapıydı bu-, bir masa ve kitaplık bulunuyordu. Daha önceki gelişlerinde böyle bir şey bulunmuyordu. Kitaplıktaki kitaplar oldukça fazlaydı ve okumak saçmalığını hala sürdüren birilerinin olması Tahir’i şaşırttı. Okumak sadece “Entel Sınıfı” adı verilen, gözlüklü ve hayatını kahve içerek sürdüren birkaç insana özgüydü. Sekreter de onlardan biriydi herhalde. Tahir ona başıyla selam verdi ve sekreter de ciddi yüzüyle buna karşılık verdi.
Sekreter orta yaşlı, güçlü yüzü olan bir adamdı. Oldukça dinç ve sağlıklı görünüyordu. Tahir ona “Okumaya mı başladınız?” diye sordu. Sekreter, yardımcısı gibi egoist ya da şımarık birisi değildi. Genelde hüzünlü olan gözleriyle Tahir’in ne demek istediğini anlamaya çalışır gibi baktı ve “ha!” dedi. “Evimden getirdiğim birkaç kitap işte. Biliyorsun artık evden çok burada yaşamak durumundayım.” Tahir sekreterin ne demek istediğini anlayabiliyordu.
İç savaş döneminin sonunda hükümet devrilse de bu savaşların sonuncusu olmamıştı. Artık ikinci iç savaş dönemiydi. Fakat bu sefer sokaklar eşkıya veya çeteci değil, tamamıyla polis kaynıyordu. Bu şirket de onların bölgesine aitti. Diğer bölge de ise askerler tarafından yönetiliyordu. Asker-Polis savaşlarındaki en kilit noktalar ise silah fabrikalarıydı. Silah fabrikalarından birisini ele geçirmek demek diğerine üstünlük sağlamak demekti. Ancak ülkede dört tane olduğu düşünülen –tam sayısını sadece bu şirketlerin kurulmasını sağlayan Devlet Başkanı biliyordu- fabrikaların hiç biri ele geçirilememişti. Çünkü bu binalar dışarıdan bir alışveriş merkezi, spor salonu ya da diğer binalardan farksızdı.
Polis daha önce birkaç kez baskın yapmıştı fabrikaya fakat ele geçirebildikleri tek şey ilk katta göstermelik koyulmuş yiyecek malzemeleriydi.
Tahir konuyu uzatmak istemiyordu, bir an önce müdüre belgeleri verip odasına dönmeliydi. Kapıyı açan Sekreter Miros, önündeki kitabı okuyordu ve Tahir bunu müdür odasına girmeden birkaç saniye önce fark etmişti. Bunu kafasından çıkarttı ve Müdüre selam verdi.
Müdür ne sekreter kadar sert, ne de yardımcı kadar laubaliydi. O genelde neşeliydi. Çok nadiren sinirlenirdi fakat bu onun ne kadar tehlikeli biri olduğunu anlayabilecek kadar sert bir sinirlenme olurdu.
“Hoş geldin, Tahir,” dedi adam arkasındaki Tahir’e bakmadan. Elinde bir tabanca şeklinde bir konsol vardı ve ekrandaki düşman askerlerini avlıyordu. Bu oyun geçen sene yapılmıştı. İç savaş dönemini anlatan ve tüm bölümleri tamamladığınızda “gaddar” hükümeti devirdiğiniz bir oyundu.
“Son istediğiniz belgeleri düzenleyip çoğalttım efendim,” dedi ve adamın geniş masasının üstüne bırakırken “buraya bırakıyorum,” dedi.
“Buraya kadar gelip çabucak gitmek mi istiyorsun?” dedi Müdür hayal kırıklığına uğramış bir çocuk gibi dönerek. Oyununa geri döndü ve “biliyorum, çok iş yapıyorsun fakat senden bir şey istemek durumundayım.”
“Ne isterseniz efendim,” diye cevapladı Tahir, adamın cevap beklediğini fark ettiğinde.
Adam güldü. “Masamın soldan üçüncü gözünde bir kâğıt bulunuyor. Onu tüm şirkete fakslamanı istiyorum fakat sakın okuma! Ofisine döndüğünde zaten görürsün,” dedi.
Tahir müdürün görmeyeceğini bile bile onaylayan bir şekilde başını salladı. Masanın soldan ikinci çekmecesini açtı ve içinde bir tabanca gördü. Bu tabanca Cun tabancasıydı. Altın işlemeli özel ve hafif bir yapımdı. Cun ırkının nadir bulunan ürünlerinden biriydi. Ve kesinlikle mükemmeldi.
Hemen kapattı çekmeceyi ve üçüncüyü açması gerektiğini hatırlayıp açtı. Kâğıdı eline aldığında kendini yazıları okumamak için zor tuttu. Ve merakına karşı yaptığı mücadeleyi kazanıp yazıyı okumadan faks makinesine koyup, tüm şirkete gönderilmesi için birkaç tuşa bastı. Arkasını döndü ve “işlem tamam efendim,” dedi. Ardından faks makinesinin işlemi tamamladığına dair sesi duydu ve makineden aldığı kâğıdı yerine geri koymak üzere çekmeceyi açtı. Kâğıdı koydu fakat kapatmadan önce bir şey fark etti. Müdür artık oyunun başında oturmuyordu. Oyun hala devam etse bile.
Konsol olduğunu zannettiği tabanca Tahir’e doğru çevrilmişti ve bu kesinlikle bir rüya değildi. Tahir üzerinden sarı bir ışın kurşunu geçerken kendini yere attı ve ikinci çekmeceyi açıp el yordamıyla bulduğu Cun tabancasını aldı. Dizlerinin üzerinde oturup, kafasını kaldırmadan silahını müdürün olduğu yere doğru çevirip tetiğe bastı. Kafasını masanın altından kaldırıp müdüre baktı ve o da tabancasının güvenlik kalkanıyla son anda savuşturduğunu gördü. Müdürün bu karşılığı beklemediği bir anlaşılabilir bir şeydi ve tabancayı orada unuttuğu için sinirlendiğine emindi.
Tahir, Müdürün toparlanmasına izin vermeden ikinci kez ateş etti. Bu sefer, geçen saldırının ağır elektrik yükünü üzerinden atmaya çalışan güvenlik kalkanı işe yaramadı ve kırmızı renkli ışın kurşunu Müdürün kafasına ulaştı. Müdürün yanan ve dağılan beyni yüzünden artık odadaki tek ses televizyondaki oyundan gelen sesti. Tahir sekreterin silah seslerini duyup hala neden gelmediğini ve neden böyle bir saldırıya uğradığını merak etti. Bunun kâğıtla bir ilgisi olmalıydı. Ayağa kalktı ve çekmeceden kâğıdı alıp üzerinde yazan iki cümleyi sessizce okudu.
“Otuz ikinci kat amiri Tahir, şirket güvenliğini tehlikeye attığı için ölüm cezasına çarptırılmıştır. Gördüğünüz yerde infaz ediniz.”